Cemevini ibadet yeri saymayan yaklaşım, elbette AK Parti’yle sınırlı değil. Sünni/Hanefi İslam ulemasının Alevilik konusunda uzun yılların içinden süzülerek gelen bir ‘tarif’e ulaşmış olduğunu, konuyu azıcık araştırmış insanlar bile bilir.
Ahmet Hakan’ın ‘Tarafsız Bölge’ programında, eski Diyanet İşleri başkanlarından Süleyman Ateş’i dinlerken Alevilik sorununun, Sünni ekolünün kavrayışı açısından giderek tarifi zor bir noktaya sürüklendiğine bir kez daha tanık oldum.
Ateş, konuya hâkim bir din adamı olmanın yanı sıra akademisyen ve ilahiyat profesörü. Onun söyledikleriyle Bülent Arınç’ın, Bekir Bozdağ’ın söyledikleri arasında bir fark yok. Onların tarif ettiği Alevilik, Ali’yi sevenlerin bir araya gelmesiyle oluşmuş bir Müslüman topluluktan ibaret. ‘Ayrı gayri yok.’
Çok zorlandıklarında, Aleviliği İslamın içindeki ‘folklorik bir öğe’ olarak tarif etmeyi tercih ediyorlar. Cemil Çiçek ise programda ‘devletin resmi görüşü’nü ortaya koyarken Diyanet İşleri Başkanlığı’nı referans aldığını vurguladı. 

Devletin resmi din görüşü
Dini inançların tarifi konusunda hâlâ bir ‘resmi devlet görüşü’nden söz edilebilen bir ülkede yaşıyoruz... Diyanet, Sünniliğin Hanefi yorumu üzerinden şekillenmiş bir kurum. Cumhuriyet kurucuları, ‘ulus devlet’i örgütlerken bu birliğin aynı zamanda dini bir ayağının olması gerektiğini düşünerek hareket ettiler.
Cumhuriyet kuruculuğu, ‘tek millet’in yanına ‘tek din’ ve ‘tek mezhep’i koymayı gerekli gördü. Cumhuriyet’in kuruluşundaki egemen din anlayışıyla şu anki Diyanet’in düşünce yapısı arasındaki bazı ayrışma ve çatışmalara rağmen, esas olarak, başlangıçtan günümüze dek uzanan bir ‘resmi ideoloji sürekliliği’nden söz edilebilir. Mesela Alevi köylerinde camiler asıl olarak Cumhuriyet döneminde yaygınlaştırıldı.
Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’nin başındaki Alevi ve Bektaşi dergâhlarına yönelik destek alma yönelimi, Cumhuriyet’in kuruluşuyla geride kaldı. Dergâhlar, tekkeler ve zaviyelerin kapatılması, başta Alevilik olmak üzere ‘farklı’ kültür, yaşam tarzı, mezhep ve inançları yeraltına itti. 

Cami, cemevi
Ateş özetle ne diyor: “Alevilik, Müslümanlıktır. Müslümanların bir tane ibadet yeri vardır, o da camidir.”
Bu noktada şunu mutlaka görmek gerekiyor: Alevilerin bir kesimi, yaşanılan ağır baskıların etkisiyle kimliğini gizledi ve bir anlamda Sünnileşti. Yüzyıllar içinde, Alevilerin önemli bir bölümü, kendi ritüellerinden koparak Sünni, Hanefi ritüelleri benimsemeyi tercih etti...
Tüm asimilasyon çabalarına karşın Alevilerin önemli bir kesiminde, gelenekler ve ibadet biçimleri yaşamaya devam etti. Osmanlı’nın zulmünden kaçarak sığındıkları dağların ve ormanların kuytuluğunda ibadetlerini sürdürdüler. Kültürlerini, semahlarını günümüze taşıdılar. Pek çok tarihsel zenginlik, Alevilerin ağır tehlikeleri göze almaları, kıyımların üstesinden gelebilmeleriyle bugünlere ulaşabildi. 

Alevi rönesansı
Aleviler, yakın zamana kadar kimliklerini gizlemek zorunda kalmışlardı. Şimdi durum değişti. Tıpkı Kürtler gibi, kendi kimlikleriyle var olmak, toplumda Alevi olarak yaşamak istiyorlar. Milyonlarca Alevi artık dağların kuytularında değil şehirlerde. 20 yıla yakın bir süredir yaşadıkları yerlerde cemevleri kuruyorlar.
Sünni/Hanefi fıkhının, giderek Alevilik konusunda daha fazla zorlanmaya başladığı açık. “Alevilerin ibadet yeri de camidir” şablonu, Alevi yurttaşların önemli bir kesimi için anlam taşımıyor. Alevilerin büyük bir bölümü, inançlarının gereğini camide değil cemevinde gerçekleştiriyor. Kendisini İslam içinde tanımlayan Alevilerin çoğunlukta olmaları bir şeyi değiştirmiyor. Onların İslamiyeti anlayış ve uygulama biçimleriyle Diyanet’in anlayışı öylesine farklı ve birbirinden uzak ki...
Diyanet’in işlevi ve yetkileri birçok yönden tartışılabilir; ancak Aleviler, Diyanet üzerinden tanımlanamaz. Bu inanç özgürlüğüne de en temel insan haklarına da aykırıdır.