Canım kardeşim Ahmet;
Hapishanelerden çok mektup alırım. Uzun zamandır gözaltındaki birine mektup yazmışlığım yoktu.
Şu an mahkemenin önünde arkadaşların seni bekliyor. Duyduk, sağlık kontrolünden geçmişsin. Birazdan gelecekmişsin. Nedim Şener ile seni serbest bırakmaları bekleniyor. Ama belli mi olur?
Bu fotoğrafı görmüşsündür gazetelere ulaşabiliyorsan. Ben o yorgun ama yine de gamzesi aydınlık gülümsemene bakarak yazıyorum bu mektubu.
Zor zamanlardan geçiyoruz. Bunu yazarken “Kolayını gördük mü?” diyeceğini düşünüp gülüyorum. Hep memleketin kanayan yerlerinde; fay hatlarının, bataklıkların, yangın yerlerinin ortasında durdun, ben seni bildim bileli. Kurşuna dizilen çocukların, katliamcıların, vahşilerin hikâyelerini anlattın. Kayda düştün. Bu kanlı şanlı devletin sabıka kaydını eksiksiz tutan vakanüvislerdensin. Onun için ‘özgür basın’a yaranamadın. Ama yine de bize ulaşmayı hep becerdin. Şimdi durduğumuz yere bakıp gülüyorum. Ben zaten sen tutuklandıktan beri yerli yersiz gülüyorum.
Gözaltına alındığının ertesi günü büyük bir kalabalık olarak Taksim’den Galatasaray’a kadar yürüdük. Yalanlardan arınarak kendimizi savunmak ne kadar zor kardeşim. “Özgür basın susturulamaz!” diye slogan atıyordu arkadaşlar. Seni barındırmayan, senin gibileri hazmedemeyen necip Türk basınına ‘özgür’ demek hiç aklıma gelmemişti.
Ellerinde Türk bayraklarıyla İşçi Partililer de bir grup olarak aramızdaydı. Sözgelimi ben, bir punduna getirip önlere kadar sızmış dev bir Doğu Perinçek resminin altında duruyordum.
Seni Soner Yalçın’la bağlantılandırarak dünya âlemi kendine güldüren Ergenekon savcıları sonunda bunu da başarmıştı işte. Senin ve Nedim Şener’in özgürlüğü için toplanmıştık ve yanı başımızda en vahşi Türk aslanlarından birinin; büyük önder Perinçsiz’in sureti arz-ı endam ediyordu.
Bu arada, biliyorsun, bana da Soner Yalçın’ı kahraman basın emekçisi ilan edenlere karşı çıktığım için dört bir yandan saldırıyorlar. Topluca beter bir riya ayini gibi kendimizi kırbaçlaya jiletleye demokrasi oyunu oynuyoruz ya. Sosyalist etik ve strateji uzmanı arkadaşlardan da epeyi bir ders aldım. Soner Yalçın’a ırkçı işadamı, gazeteci değil dediğim için hem mesleki dayanışma ahlakından yoksun hem de AKP yandaşı ilan edildim. Onun gözaltına alınış biçimini, tutuklanmasını onaylıyor, hatta oh çekiyormuşum, dediklerine bakılırsa.
Sen de zaten Ergenekoncuymuşsun meğer. Ben Perinçek resmi tepemde AKP yandaşı bir Ergenekoncu, sen darbeci.
Gerçekten gülünç zamanlardan geçiyoruz. Ama gülecek yerlerimiz ağrıyor.
Bu yazı çıktığında belki de sen serbest olacaksın. Küçük kızına, sevgiline, oğlumun iyi arkadaşı Pablo’ya kavuşmuş olacaksın. Hırsızlara çıtı çıkmayan Pablo’nun evini basan polislere çok havladığını işittim. Benim için onu burnundan öpüver.
Bu arada senin ne kadar sevildiğini, ne kadar sayıldığını görmek beni çok mutlu etti. Hiçbir çabanın karşılıksız kalmadığı gibi iyimser bir hisle kucaklaştım.
Ama bize iyimserliğin kataraktıyla puslanmamış, kapkara bir güç gerekiyor hayata sahip çıkabilmek için. Sende olduğuna inandığım bir güç. Walter Benjamin, Brecht’le konuşmalarını kaydederken o güçten söz ediyordu:
“Hemen arkasından, pek az gösterdiği bir sabırsızlıkla ‘Çocuklara Şiirler’i ‘Sürgün Şiirleri’ bölümüne almak için bir gerekçe daha gösterdi: ‘Bu kadere karşı verdiğimiz savaşta hiçbir şeye kayıtsız kalmamalıyız. Onlar küçük işler peşinde değil, bundan hiç şüphen olmasın. Otuz bin yıllık tasarıları var. Çok büyük şeyler tasarlıyorlar. Çok büyük suçlar. Hiçbir sınır dinlemeyecekler. Her şeyi yok etmeye çalışacaklar. Her yaşayan hücre onların darbeleriyle ezilecek. İşte biz de bunun için her şeyi düşünmek zorundayız. Çocuğu daha ana rahmindeyken kötürüm ediyorlar. Çocukları hiçbir zaman dünyamızın dışında bırakmamalıyız.’ O böyle konuşurken faşizm kadar zorlu bir gücün varlığını hissediyordum üstümde: Faşistlerinki kadar büyük, gene en az faşistlerin gücü kadar derinden gelen, tarihin derinliklerinden fışkıran bir güçtü bu. Çok tuhaf, yepyeni bir duyguydu bu benim için.”
Gözlerinden öperim.