Dün mesleğim adına bir “Özeleştiri” yaptım ya... Destek veren çok. Ama “Geçti Bor’un pazarı” diyenler de var.
Hükümet yanlıları ise, “Başkalarında sustun, kendi arkadaşlarına gelince sızlanıyorsun” diyorlar.
Hafıza kıtlığı, sevmediğim bir şeyi yapmaya zorluyor beni... Affınıza sığınarak, son 30 yılın kritik dönemeçlerinde kalemimin ne yazıp söylediğini kısaca hatırlatmak, okuruma hesap vermek istiyorum.
* * *
Hayatımın ilk ödülünü, Çağdaş Gazeteciler Derneği’nden, Uğur Mumcu’nun elinden aldım. 1981 yılıydı ve ödüle değer bulunan haberim 12 Eylül döneminde “gözaltında ölümler”le ilgiliydi. 30 yıl sonra hâlâ gözaltındaki haksızlıkları yazıyorum.
Dün 28 Şubat’ta ne yazmışım diye baktım. Şöyle demiştim:
“Bir atanmışlar kurulunun seçilmişlere politika dikte ettirebilmesini demokrasi adına savunabilmek mümkün mü? Balans ayarı, tank paletleriyle yapılmış bir demokrasiyi nasıl içinize sindirebiliyorsunuz?”
10 yıl sonra, 27 Nisan 2007’de bu kez AKP “e-muhtıra” yemiş. Yazımın başlığı: “Önce meclis, sonra ordu”.
“Genelkurmay’ın ‘e-muhtırası’, demokratik direnişi gölgelemiştir. Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararı şaibeli hale getirmiştir. Hükümete karşı yürüyen kitleler ‘darbe destekçisi’ konumuna itilmiştir. Türkiye yeniden bir ‘askeri cumhuriyet’ görüntüsüne bürünmüştür.”
* * *
1994’te DEP kapatıldığında, “Ben DEP’liyim” diye yazmıştım:
“Eskiden beri kötü bir huyum var: Ne zaman birileri bana bir şeyi zorla sevdirmeye ya da nefret ettirmeye kalksa, tam ters tepiyor. Kötülenen şeye kanım ısınıyor, övülenden soğuyuveriyorum. İşte bu yüzden bugün DEP’liyim.”
Ya Refah Partisi kapatıldığında?
İşte 17 Ocak 1998 tarihli yazım:
“(Kapatma kararı), Refah’ı vareden koşulların veya ona oy veren 6 milyon seçmenin beklenti ve rahatsızlıklarının sonu anlamına geliyor mu?
Elbette hayır! Biraz sağduyuyla bakabilen herkes görüyor ki, o koşullar orada oldukça Refah’ın misyonu sona ermeyecektir.”
* * *
3 Mayıs 1999’da, Merve Kavakçı’nın Meclis’ten kovulması üzerine şu satırları yazmışım:
“Beni asıl şaşırtan, çete davasından kaçmak, kirli dosyalarını kapamak, kanlı ellerini yıkamak için Meclis çatısı altına sığınmaya çalışan bu kadar isim varken DSP grubunun başörtülü bir kadını tek hedef seçmiş olması...
Öbürleri boyunlarındaki kravat sayesinde muteber olacak; suça günaha bulaşmamış tahsilli bir kadın başındaki örtü nedeniyle ‘düşman’ ilan edilecek.
Bunu içime sindiremiyorum.”
* * *
Bugün Balbay ve Özkan’ın F-Tipi hücrelere naklini eleştiriyorum; 13 Temmuz 2000 günkü yazımda İBDA-C’nin lideri Salih Mirzabeyoğlu’nun tecride tıkılmasını kınamıştım.
İsteyen, bütün bu yazıları internet sitemde (www.candundar.com.tr) bulabilir.
Darbe döneminde de, “mahalle baskısı” altında da, çifte standart uygulamaksızın, demokrasiyi, insan hakkını, hukuku savundum. Parti kapatmalara, muhtıralara, diktatör ruhlu liderlere, F-tipi hücrelere, işkenceye, sansüre karşı oldum. Susurluk’la, Ergenekon’la savaştım.
O yüzden bugün göğsümü gere gere, yaşanan hukuksuzluğu ve baskıları eleştirebiliyorum.
Önceki gün “karşı kamp”tan birçok kalem de aynısını yaptı; ilerde gururla anacağı yazılar yazdı.
Keşke herkes, özellikle de şu “kendine demokrat”lar da bir bilanço çıkarsa da kim, nerede ne tavır almıştı, hatırlasak...