Şaşaalı imparatorlukların yıkılma dönemi; isyanların! ardı arkası kesilmiyor, ulus devletler birbiri ardı sıra kurulmakta ve biri için isyan olan öbürünün kurtuluş günü oluyor…

Masalarda haritalar, ölçülüp biçiliyor, keskin sınırlar çizilmekte coğrafyaya; lakin terzi kötü! Bu urba dar gelir bu ütopyaya…

Halbuki düne kadar tatlı bir sabah rüzgarında koşmaya başlar, aynı çıkmazda oynardı; Anuş ile Ayşe… Mustafa, Eleni’ye aşıktı… Yorgo, Seyyan hanımın çapkınıydı…

Düşüp kalktığınız yerden midir bilinmez, yaralarımızdan hemhal, tanırdık birbirimizi! Seslerimiz ve nefeslerimiz birbirine karışırdı… Ne yemek yapıldığını bilirdik komşuda… Paskalya yortusunda yumurtaları tokuşturduğumuz, Kurban’a nazire yaparcasına kuzu çevrilip, mağiritsa adı verilen sakatat çorbası içilen günlerdi…

Sadece sokaklarımız çıkmaz değil, biz de sokaktan çıkmazdık…

Papyonlu, ütülü pantolonlu, fraklı, fötr şapkalı beyefendiler ve en şık libaslar altında hanımefendiler; Pera’da arzı endam ederlerdi…

Sonra ne mi oldu?

Tüfek icat oldu mertlik bozuldu!

Gelsin; tedip, tenkil ve tehcirler…

Her yer kılıç artığı doldu!

1914 yılında Osmanlı’nın resmi istatistiklere göre 1.230.000 olan Ermeni nüfusu, cumhuriyet döneminin 1927’deki ilk nüfus sayımında 65.000 civarına sabitlenir!

Ege, Trakya ve Karadeniz’den 1.200.000 Rum (Birinci Dünya Savaşı öncesi rakamlarla 1.5milyondan fazla) bu topraklardan gönderilir… 1914-1923 yılları arasında Pontus’ta; ölüm yürüyüşleri ve mübadele esnasında katledilenlerle birlikte toplam 353.000 Rum soykırımına uğratılır… Tevatür odur ki artık bu topraklarda yaşayan Rum sayısı 2.500’e düşmüştür!

Böylelikle; Ermeni meselesi hallolundu, Tatavla Kurtul(m)uş oldu!

İnkâr habitusu, en sıradan insanı bile vicdansızlaştırır!

Bağımsızlıklarını birbirlerine karşı savaşıp kazandıkları zaferlerle! ilan etmiş komşu iki ülkenin yüzyıllardır iç içe geçmiş bir yaşam süren halkları sürgün geldikleri yeni egemenlerinin gözünde de ötekidirler! Öte yakanın mübadili olmanın ötesine geçemezler…

Ulus devlet inşa süreçlerinde hep birilerinin kıyıma uğramış, ötekileştirilmiş ve düşmanlaştırılmış olduğu, bir ulusun egemenliğinin diğer halkların özgürlüklerine pranga vurduğu ve bunun da toplumsal bilinçaltlarında bir dizi travmaya sebep olduğu aşikardır…

Bu travmaların paranoya halini alması ve bir tür gerçeklik algısı oluşturması ise; etnik kimlikler üzerinden kendini tanımlama ve suçlu geçmişin inkarı ve reddiyesi üzerinde yükselen cumhuriyetin bizatihi kendi vatandaşları olan (kötü) Kürtler ve (zaten kötü olan) azınlıklarına karşı bir önyargıya tahvil edilmesi ve buradan yası tutulan emperyal Osmanlı’ya, nafile öykünme çabalardır!

73Fermanlı Êzîdîlerden, Seyfo’nun Süryanîlerine, 24Nisan’da Ermeni Soykırımından, 4Mayıs Dersim Tertelesi’ne ve 19Mayıs’ta Pontus’la; birbirinizin ötekisinizdir artık, her eksilen bakiyenizde…