“Kusursuz suç; kurbanın ya da tanıkların öldürülmesiyle değil, tanıklıkların suskunluğunun, yargıçların sağırlığının ve ifadelerin tutarsızlığının güvence altına alınmasıyla mümkündür.”

Jean-François Lyotard

***

Hayâsız bir riyadır!

Meşum bir sarkacın sağa sola salınımında saklı, kötü sonsuzluk!

Ardına kadar açılan cehennetin kapılarından, Gayya Kuyularına doğru akan zaman ve boylu boyunca üzerine yıkılan; uğursuz tarih!

Soysuz kere tekrarlanan katliamlar, cinayetler, sürgünler ve soykırımlar…

Ve ne yazık ki hafıza-i beşer hep nisyan ile malul kalırlar!

Maktulun de katilin de sahih adları ile çağrıldığı külhani bir nevadır; hıncahınç yalnızlık içinde feryat figan atılan çığlıklar!

Oysa hoyrat bir vurdumduymazlık vardır, sessiz kalınan her bir feryada!

Unutma; katliamın ilk kurbanı, insanın vicdanıdır!

Sessizliğin susturur onları…

Gözlerine haykırırlar, apansız…

Töze geldim;

Buradayım, bakın!

Göze geldim;

Tüm çıplaklığımla, görün!

Dize geldim;

Neler yaşadığımı idrak edin ve bilin beni!

Tarihin karanlık dehlizlerine savrulur, üzerine sirayet eden kan ve sinen ürpertiyle kalakalırsın oracıkta…

Tekinsiz anılar canlanır ansızın gözünün önünde; belletilen her şey uçmuştur artık ve belleğin kof, için bomboştur…

Belli belirsiz bir sis perdesi ardından sana bakar; padalya ülkesinin içi boş ruhları ve uğursuz tahnitçileri…

İnkâr habitusunun, ruh hali güvercin tedirginliğinde olanlara bile sahip çıkmamızı engellediği, yeni bir kanlı miladın başladığı zamanlardı!

Ahparig Hrant‘ı anlamak adına; onu “Türklüğe hakaret!”ten mahkum ettiren cümlenin de geçtiği 11yazılık diziden ve Agos’taki diğer bazı yazılarından alıntılarla devam edelim, isterseniz…

23 Ocak 2004 Agos,

“…Ermeni’nin ve Türk’ün birbirleriyle ilişkileri ve birbirlerinden etkileşimleri öyle iki kelimeyle geçiştirilecek bir sıradanlıkta değildir… Yaşanılan birliktelik öylesine derindir ki bu birlikteliğin bozuluşunu ihanet olarak tanımlamak her iki tarafın da kullandığı karşılıklı bir argümandır. Ermeni milletini Sadık millet olarak adlandıran ancak daha sonra ihanet ettiklerini iddia eden Türk görüşü karşısında, Ermeniler 1915’te yaşananları salt bir halkın topluca imhası olarak yorumlamaz, bunun aynı zamanda asırlar süren ilişkiye ihaneti de içinde barındırdığını belirtirler. Türk-Ermeni ilişkisinin günümüzde geldiği nokta ise şudur: Ermeniler ve Türkler birbirlerine bakışlarında klinik iki vaka durumundadırlar. Ermeniler travmalarıyla, Türkler de paranoyalarıyla.

İçinde debelendikleri bu sağlıksız halden kurtulmadıkça -Türkler belki değil ama – Ermeniler’in kendi kimliklerini sağlıklı şekilde yeniden yapılandırmaları mümkün gözükmemektedir.

Özellikle Türkler 1915’e bakışlarında empatik bir yaklaşıma girmedikçe Ermeni kimliğinin sancılı kıvranışı devam edecektir.

Sonuçta görülüyor ki işte “Türk” Ermeni kimliğinin hem zehiri, hem de panzehiridir.

Asıl önemli sorun ise Ermeni’nin kimliğindeki bu Türk’ten kurtulup kurtulamayacağıdır.”

13 Şubat 2004 Agos,

“Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur…”

31 Mayıs 2005 Agos,

“…Türkiye’nin bugün önündeki problem ne ‘inkâr’ ne de ‘ikrar’ sorunudur. Türkiye’nin temel sorunu ‘idrak’tır. İdrak sürecinde ise Türkiye’nin ciddi bir şekilde alternatif tarih etüdüne ve bunun için de demokratik bir ortama ihtiyacı var. İdrak sürecini yaşamakta olan bir toplumun bireylerine içeriden inkârı, dışarıdan da ikrarı siyasal baskılarla ya da yasalarla dayatmak haksızlıktır…”

5 Kasım 2005 Agos,

“…Geçmişte yaşanan büyük felaketin sorumluları gibi mi davranacağız, yoksa o yanlışlardan ders alarak yeni sayfaları bu kez uygar insana yakışır bir şekilde mi yazacağız?

Bu, önümüze konmuş en büyük sorumluluk…”

Mahallenin delisi olmuştu!

Soykırım sonrası inkâr habitusu; sadece faillerin değil, kurbanların da şimdiki nesillerini etkiliyordu!

Geçmiş; şimdinin orta yerinde tüm çıplaklığıyla arzı endam ederken, değiştirilemez olandır ve nasıl algılandığı, düşüncelere ne kadar derin izler bıraktığı, imgeleri nasıl etkilediği, eylemleri nasıl yönlendirdiği ve bundan sonuç çıkarma biçimlerinin bir bütünü olarak yansır, bugüne… Ve bunların gelecekteki yaşamı nasıl ve ne şekilde etkileyeceğine dair; ancak konumlandığınız yerden, meşrebinizce akıl yürütebilirdiniz, sadece!

Zorbanın tahakkümünün arttığı ve kötülüğün sıradanlaştığı zamanlardı; acıları tokuşturup, yarıştırmadan, karşılıklı sağalma ve barışmanın erdemine, ancak hakikatle 100leşilerek ulaşılabilirdi…

Kimseye dinletemedi, tabi!

O zamanlar hiçbirimiz Hrant değildik ve gayriresmî takvim yapraklarındaki günü henüz gelmemişti!

Tutuklamaların, cinayetlerin, sürgünlerin ve katliamların yıl dönümlerine tekabül eder ve ölümün çetelesini tutar, buralarda takvimler!

Arnavut kaldırımlarındaki gelişi güzel döşenmiş irili ufaklı, dere ve sel taşları gibidir; saatli maarif takviminde çetele tutulan günler!

Gayriresmî takvimdeki her bir gün, hafıza patikasında kilometre taşlarıdır; sessiz kalınan, rıza gösterilen ve inkâr edilen geçmişin, resmî ikrarıdır…

Hani; yağmur sularının taşların arasından akmasına izin verdiği, ağaç köklerinin su almasına olanak tanıdığı ve sele karşı dayanıklı olduğu için yoğun yağış alan bölgelerde kullanımı yaygındır, ya! Su akar çatlağını bulur, Arnavut kaldırımlarında!

19 Ocak 2007’de, su yine çatlağını buldu!

İnsan yaşadığı yeri kendine benzetirmiş! Hepimiz Hrant olduğumuzda anladık, biz de!

Katledilişinin 5.yıl dönümü olan 19 Ocak 2012’de, Sebat Apartmanı’nın önündeki kaldırıma, Hrant Dink’in öldürüldüğü noktaya, unutmamak ve unutturmamak adına bir “hafıza taşı” kondu ya; kolektif vicdanlardaki adıyla Hrant Dink olan Halaskargazi Caddesi’nde yürüyenler işte o taşa denk gelip de geçmiş, şimdi ve gelecek ile vicdan, hafıza ve hakikat arasında, belki fâilin mefûlü olunan hakikatle ve suçlu geçmişin gölgesiyle 100leşebilir ve yaşananları idrak edebilirler, diye…

İslam’da 99, 100’den büyüktü; 23 Nisan 2014 tarihinde dönemin Başbakanı Erdoğan da, Başbakanlık resmi internet sitesinde yayınlanan, Ermenice dahil 9dilde yapılan ve bu açıdan daha önce bir benzeri olmayan 99.yıldaki taziye açıklamasında; “…Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi, Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir… Her din ve milletten milyonlarca insanın hayatını kaybettiği I. Dünya Savaşı esnasında, tehcir gibi gayr-ı insani sonuçlar doğuran hadiselerin yaşanmış olması, Türkler ile Ermeniler arasında duygudaşlık kurulmasına ve karşılıklı insani tutum ve davranışlar sergilenmesine engel olmamalıdır… 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz.”, dememiş miydi?

Önünde sonunda kaçınılmaz sonumuz oluyordu, faili olduğumuz gerçekler; sırları dökülen aynayla 100leştikçe…

Dönüşü yoktu!

Geçmiş müsveddeleri temize çekiyorduk, işte!

Ortak bir suçlu geçmişe sahip olmanın dayanılmaz ağırlığını 100leşerek aşıyorduk, şimdide…

Suskunluğumuz kırılıyor ve sessizliğimiz duyuluyordu, gitgide!

Bugüne kadar hiç yaşamadığımız şekilde, ortak bir geleceğe, duru bir suya bakar gibi bakabilecektik, son kertede!

Kırılan ve nar taneleri gibi savrulanın alikobenisiydi, 99!

Toplumsal bellekte yer alan “sakladık-kurtardık” mit’inin ve Ermeni Soykırımı’yla ilgili “inkâr habitusu”nun sonuna gelinmişti, işte!

En acımasız olanımız, en çok merhamete ihtiyacı olandı!

Eğer lapsus değilse, farkındalık dile yansımıştı!

Ya da biz öyle sanıyorduk…

Yapamadık!

Olmadı!

Başaramadık!

Yıl dönümleri kutlamalarda güzeldir, be Ahparig!

Oysaki her 19 Ocak’ta ana rahmi gibidir, senin için kanayan yüreğim; yeni canlar vermeye gebe!

Yaralarımız kardeştir; sırtlayıp, onurla taşıdığımız acılarımız, hemhâl olmuş 1kere!

Arnavut kaldırımlarındaki yırtık ayakkabının izlerinden tanışız, biz!

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinin 12 Ekim 2018 tarihli toplantısında, İstanbul’da bazı sokakların isimleri FETÖ’yü çağrıştırdığı gerekçesiyle değiştirilmiş de, Şişli Meşrutiyet Mahallesi’ndeki Samanyolu Sokağı’na da Hrant Dink‘in adı verilmiş!

1bebekten soğukkanlı katil yaratan sistemimiz, 12yılda; 1tetikçi, 2azmettiriciden başkaca bir şey sunmamış!

Saklambaç oynayan kaleye mum dikmiş!

Bizlerse;

#HrantiçinAdaletiçin #Buradayız ve #VazgeçmiyoruzAhparig!