23 Haziran İstanbul seçiminden iki gün evvel yazdığım yazıda AKP'nin miadını doldurduğunu, mevcut siyaset tarzı ve söylemleri ile hikayesinin tükendiğini belirterek, AKP'nin bittiğini yazının şu son cümlesi ile noktalamıştım: ''Sonuç olarak, AKP Kürtler başta olmak üzere Türkiye halkları nezdindeki, özellikle kurulduğu 2002 ve sonraki birkaç yıldaki inandırıcılığını tamamen kaybetmiştir ve yeniden kazanması da artık mümkün değildir. Yani bu ülke AKP ile yönetildiği sürece mevcut umutsuzluk, işsizlik, kaos, ekonomik ve sosyal bunalım artarak devam edecektir. AKP bitmiştir...'' (21 Haziran 2019 Demokrat Haber)

Gerçekten 23 Haziran İstanbul seçimi, AKP diye bir partinin kalmadığını teyit etmiş oldu. Seçimden seçime de olsa seçmenin derdini dinleyen, kendince belirli bir disiplin içinde hareket eden bir iktidar partisinin yerinde yeller estiğini 23 Haziran akşamı gördüğümüz gibi, çok uzak olmayan sürede da daha beterini göreceğiz.

Gazeteler AKP'den kopan eski siyasi mevtalardan iki ayrı partinin kurulacağını ve AKP'nin çok hızlı bir şekilde çözüleceğini yazıyor. Hemen belirtelim ki, AKP'nin eski kadrolarından ortaya çıkacak ''yeni AKP''lerin kitlelerin hiçbir sorununa çare olamayacağı çok nettir. Zira parti kuracakları dillendirilen gerek Davutoğlu ve gerekse Abdullah Gül - Ali Babacan ikilisinin, yakın tarihte AKP bünyesinde bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı düzeyinde siyaset yaparlarken ülke sorunlarına dair demokrasi, eşitlik, barış, adalet, hak, hukuk çerçevesinde hiçbir çözüm üretememişler, hatta sorunların kaynağı olmaktan geri durmamışlar ve bundan sonra da ülke meseleleri hakkında, şimdi aşağı doğru hızla çöküşe giden AKP'den farklı bir yaklaşımları olmayacaktır. Yeni kurulacağı söylenen söz konusu partilerin en önemli özelliği, AKP'yi parçalayarak onun bitişini hızlandırmakla beraber, eskiyi, siyaseten çözümsüzlüğü temsil etmekten kurtulamayacaklardır.

23 Haziran’ın bize öğrettiği en önemli sonuçlardan biri, muhalefet cephesinin AKP-MHP bloğunun her türlü kışkırtma, ayrıştırma, devletin en geniş imkanları ile kurulan baskıya karşı büyük bir özveri ve olgunlukla sürdürülen mücadelenin kaçınılmaz başarısıdır. İktidar cephesinin, (örgütlenmenin başat yanını oluşturan kendiliğindencilik de olsa) muhalefeti birbirine düşürme girişimlerinin tümü boşa çıkarılmıştır. Gerek Ordu'daki VİP tuzağı, gerekse ''Öcalan mektubu'' muhalefetin kafasını karıştıran konular olmaktan çok uzak kalmıştır. Muhalefetin başarısının düşünüldüğünde, asıl ve belirleyici yanının, tabanda oluşan yan yana durma pratiklerinin ve bizzat 7 Haziran 2015 seçimlerindeki AKP'nin yenildiği ve yenilebileceği inancının ortaya çıktığı tarihten bu yana edinilen tecrübenin ilmek ilmek örüldüğü en geniş halk ittifakının olduğunu görmekteyiz. Bu ittifak çok güçlü bir irade olarak, parti ve lider kültünden daha ziyade, insanın ayrımsız, daha özgür ve adalet duygularının öne çıktığı yaşam şeklinin daha kıymetli olduğunu dosta düşmana göstermiştir.

23 Haziran İstanbul seçim zaferi Türkiye'nin her yöresinde, hatta tüm dünyada yankı bulmuş ve İstanbulluların israfa, talana, yalana, yolsuzluğa, yasakçılığa, yüzsüzlüğe izin vermeyeceğini, YSK darbesine ve arkasındaki tek adam yönetimine, başta eğitim olmak üzere sosyal yaşamın tümünü etkisine almaya çalışan siyasal İslam'a, ve her türlü hukuksuzluğa kırmızı kart göstermiştir.

Diyebiliriz ki bu seçim sonucu, insanlarda adalete, hukuka, çok sesliliğe, eşit ve çok kültürlü yaşam şekline olan inancı ve umudu tazeleyerek Türkiye için bir dönüm noktası olacak ve önümüzdeki çok kısa süre içinde siyasette domino taşı etsi gösterecektir. Seçim coşkusunu yaşamak için sokağa dökülen on binlerin haykırdığı ''hak, hukuk, adalet, eşitlik ve barış'' gibi sloganların yoğunluğu bu görüşümüzü doğrular niteliktedir.

Mevcut iktidar ekonomi ve dış politikada oldukça köşeye sıkışmış durumdadır. 31 Mart seçimindeki 'beğenmedikleri' on üç bin oy farkına eklenen sekiz yüz bin oyun yarattığı bu kan kaybıyla, hiçbir şey olmamış gibi devam etmesinin imkansızlığı ortadadır.

23 Haziran İstanbul seçim sonucu tüm duyarlı, aydın, demokrat ve sosyalistlere önemli görevler yüklemektedir. Evet Ekrem İmamoğlu kucaklaşma, birlikte iş yapma, şeffaflık ve toplumla barışma çağrısında bulunuyor. Bunlar çok güzel şeyler elbette. Bu görüşlerini savunduğu ve uyguladığı sürece kendisine destek olunmalıdır. Ancak (özellikle partili olmayan, bireysel temelde de olsa) muhalefet cephesi de zaman geçirmeden, AKP-MHP bloğunun yönetimindeki tek adam rejiminin son bir yılda bile, gerek ekonomik ve gerekse sosyal olarak ülkeyi harabeye çevirdiği bu ortamdan kurtarmak için mücadele etmek olmalıdır. Tek adam rejimine karşı olan herkes, sosyalistler dahil, yerel yönetimlerin kamucu, halktan yana uygulamalarına destek olma, yaratıcı fikirlerini kendilerine saklamadan gündeme taşıma sorumlulukları olduklarını unutmamalıdırlar. Bugün ABD'de bile sosyalizmin, sosyalist fikirlerin kapitalizmden daha kıymetli olduğu bilinen bir gerçektir. O yüzden sosyalistler geçmişten gelen anti- kapitalist - bağımsızlıkçı devrimci, ilerici özüne daha belirgin bir ekolojik boyut katarak, teknolojinin yaşamımızdaki rolü üzerine daha fazla kafa yorarak, yaşlıların bakımı, toplumsal cinsiyet, kadın ve çocuk gibi yaşamın her alanında fikirlerini daha da somutlaştırarak, çözüm önerileri ile geleceği kurma mücadelesini ertelememelidirler.