1954 genel seçiminde, Kırşehir ili o dönemin ünlü muhaliflerinden Osman Bölükbaşı'nı milletvekili olarak seçtiği için iktidardaki Demokrat Parti, Kırşehir'in ilçe yapılmasına, Malatya ilinden beklediği oyu alamadığı için de ilçesi olan Adıyaman'ı Malatya'dan alıp il yapılmasına karar verir.

Demokrat Parti gemi azıya almıştır artık. DP, muhalefet partilerinin seçim işbirliği yapmasını engelleyen ve o dönem geniş kitlelere ulaşabilmenin çok önemli bir yolu olan radyodan konuşma yapmayı muhalefete yasaklayan kanunları çıkarır. DP bununla kalmaz, yüksek yargı ve üniversite öğretim üyelerinden 60 yaşını ve 25 yılını dolduranların hükümet tarafından re'sen emekli edilmesini sağlayan yeni düzenlemeye gider.

Dönemin ana muhalefet partisi CHP, 1955 yılının Ağustos ayında bir açıklama yaparak, ''Basın hürriyetini, hakim teminatını ve üniversite muhtariyetini (özerkliğini) zedeleyen ve vatandaşın iradesini serbestçe belirtmesine meydan vermeyecek şekilde seçim usullerinde değişiklik yapan, Kırşehir Vilayeti'ni iktidara oy vermediği için lağveden kanunlardan sonra, artık serbest ve cezasız bir seçime'' inanmanın mümkün olmadığını söyleyerek yerel seçimleri boykot edeceğini açıklar.

CHP'nin bu salvosuna DP'nin borazanı niteliğindeki yandaş basın organlarından biri; ''Buna muhalefet değil, sadece hıyanet denir. Muhalefetin tuttuğu yol komünist propagandasının uygulamasıdır'' der.

13 Kasım 1955 tarihinde yapılan yerel seçimlere muhalefet partileri katılmaz ve seçime katılım % 37,1 gibi düşük bir oran ile gerçekleşir. O tarihten itibaren Demokrat Parti despotluğu ve eşyanın tabiatı gereği ona refleks olarak CHP muhalefetinin şiddeti artar. Toplumda meydana gelen kamplaşma ve geniş kitlelerin memnuniyetsizliği DP iktidarının meşruiyetini zayıflatırken muhalefetin gittikçe güçlendiği görülür.

Bütün bunları niye anlattım? O zamandan bu yana bu konuda çok şeyin değişmediğini görüyoruz sanki. Olağanüstü teknolojik ilerlemeler yaşayan insanlığın bu evresinde ülkemiz yöneticilerinin devlet yönetme aklında, akıl çapında monotonluk olduğu bir hakikat.

Düşünüldüğünde, seçim yoluyla devlete yerleşen AKP iktidarının her zamanki gibi devletin ceberrutluğunu ülkenin gerçek sahibi emekçilere iliklerine kadar hissettiriyor. 65 yıl evvel Demokrat Parti'nin yaptığını şimdi AKP yapıyor. 1955'lerde boykotu uygulayarak CHP demokrat Parti'nin direncini azımsanmayacak derecede kırmıştı. Ancak aynı baskı koşullarının yaşandığı ve 31 Mart'ta kazanılmış, eldeki seçimi hukuksuzluk garabetinin eseri olarak, önemli bir direnç göstermeden geri vermiş CHP, 23 Haziran'da geri alacağını nasıl 'garanti' ediyor acaba? Ya da şöyle diyelim: 31 Mart'ta kaybetmeyi kabullenmeyen AKP, 23 Haziran'da yenilgiyi niye kabul etsin?

31 Mart seçiminden hemen sonraki 11 Nisan 2019 tarihinde yine Demokrat Haber'de yayımlanan ''Kazandığını Alamayan Kaybeder'' başlıklı yazımda bu durumu öngörmüş ve şöyle demiştim;

''Hemen belirtmek gerekir ki, seçimin yenilenmesi olasılığına çok net olarak ''hayır'' yanıtı verilmelidir. Zira, kazanılmış seçimi savunamayıp ''yeni seçimi'' kabul edecek bir muhalefet, yapılmamış bir seçimi nasıl kazanacak acaba? Üstelik söz konusu ''yeni seçim'' asla aynı koşullarda yapılmayacaktır. ''Girer yeniden daha fazla oy alarak ezer geçeriz'' diye düşünülüyorsa, şu son onbir günde olanlardan bile bir şey anlaşılmamış demektir. Çünkü yeni bir seçim gayri meşru, ağır baskı altında, bütün devlet imkanlarını kullanarak tehdit ve yıldırmayla halkı ezerek, büyük manipülasyonlar ile gerçekleşecektir. Örneğin sandık güvenliği kalmayacaktır. 31 Martta yaptığımız seçimi arar durumda olabiliriz... Özetle, kazandığını alamayan kaybeder!

AKP-MHP bloğu işi yokuşa sürüp sürekli itiraz ederek, kendi lehine bir sonuç çıkmadan seçim sonucunu kabullenmeme ısrarındadır. Yani, ''yeniden seçim'' denklemine hiçbir şekilde dahil olmamak, zaten kazanmış olduğunu kaybetmemek anlamına gelir. Sadece CHP değil ama CHP başta olmak üzere ''tek adam - tek parti rejimi''ne itiraz ederek İstanbul seçimini kazanan bütün muhalefet çevresi için eşiktir bu. Bugüne kadarki tüm hukuksuzluklara, haksızlıklara karşı direnme eşiği. Kazanılmış bir mevzii olarak bu eşiğin önemi asla küçümsenmemelidir.( Erol Ercan 11 Nisan 2019 Demokrat Haber) ''

Bu anlattıklarımdan (şu saatten sonra) boykot taktiği uygulansın demiyorum elbette. Çünkü 6 Mayıs 2019 akşamı YSK'nın iptal kararından hemen sonra CHP'nin itirazsız denecek kadar zayıf refleksle kabul ettiği 23 Haziran 2019 AKP randevusuna karşı boykotun uygulanabilirliği zaten ortadan kalkmıştır. Milyonlarca oyu olan CHP parti yönetimi seçime katılma seçeneğini kabul etmişse, hala boykotu savunmak, tabir yerindeyse tam bir donkişotluktur.

Ancak siz YSK' ya hem hukuk ''darbesi'' yaptı ve ''yedili çete'' diyeceksiniz, hem de aynı YSK üyelerinin görevde olduğu 23 Haziran seçiminden sağlıklı bir sonuç bekleyeceksiniz!.. Özetle, 6 Mayıs 2019 akşamı boykot taktiği ''blöf'' olarak da olsa bir süreliğine kullanılmalıydı diye düşünüyorum. İktidarın ülke ve dünya kamuoyu nezdinde yalnızlaşma olasılığı gündeme getirilebilirdi. Zira, seçime katılım oranı azami % 85. Muhalif kesimin oyunun asgari % 55 olduğu bu ortamda AKP-MHP bloğu azami % 30 oranındaki (onlardan da fire çıkabilir ve bu oran %25 'lere kadar düşebilirdi) katılımla dünyada ne kadar yalnızlaştığı ve meşruiyetini tamamen yitirtebilme olasılığını gündemde tutulabilirdi. Blöf de olsa bu olasılık siyaseten kullanılmalıydı. Muhalefetin iktidar bloğuna karşı daha fazla kenetlenmesine hizmet edebilirdi.

Amacım karamsarlık yaymak değil. Kişi olarak hayatımın en zor zamanlarında bile karamsar değil, hep umutlu oldum. Mesele karamsarlık veya umutsuzluk değil kuşkusuz. Demem odur ki, 23 Haziran seçimini öyle ya da böyle mevcut iktidar bloğu kazanırsa, kazandığı (anasının ak sütü gibi temiz ve hakkı olan) seçimi veren CHP kurmayları, muhalif kesimi temsil eden milyonlara ne diyecektir ?

Gerçek gözümüzün önünde. Ay gibi, güneş gibi hakikat olarak ortada. Hakikate gözlerimizi kapamayalım.