Siyasî tarihimize baktığımızda, “suç”tan başka fazla bir şey göremiyoruz. “Yolsuzluk”tan falan söz etmiyorum. O da suç ve ondan da geçilmiyor ; ama ben insan hayatına karşı işlenmiş suçlardan söz ediyorum. Bunları işleyenler, resmî iktidarlara karşı şiddetle mücadele etmeye karar vermiş örgütler değil ; evet, öylelerinden de bolca var siyasî tarihimizde, ama onlar hiçbir zaman o “resmî” iktidarlar kadar etkili olmamış. Tek tek öldürülmüş yığınla insan, Abdi İpekçi’den Ümit Doğanay’a ; veya kalabalıklar halinde öldürülen insanlar, 1 Mayıs, Maraş, Sivas ; “isyan bastırıyoruz” diye yapılan kıyımlar, işte Dersim, daha niceleri. Geri planda hâlâ hepsinin tepesinden bakan 1915...

Bunların gerisinde “resmî” dediğimiz güçler varsa, bu güçler perde arkasında girdikleri bin türlü kirli ilişkinin ortaya çıkmasını istemeyecek elbette ; asıl kararların verildiği karanlık odakları gizlemek için, “ötme” tehlikesi olan “maşa”larını da koruyacak –ya da onları da öldürüp susturacak.

Böyle yapmaya gücü yetiyor, çünkü adı üstünde, “resmî iktidar”, sorunlarını böyle yollardan çözmeye alışmış, bunu gelenek haline getirmiş bir “siyaset ocağı”. Yıllar geçiyor, dönemler değişiyor, kuşaklar gidip geliyor, ama bu ocak kendini olduğu gibi yeniden-üretiyor ve zamana dayanıyor.

Her gün gözümüzün önünde sahneye konan bir oyun bu. Her şey gizli –ama aynı zamanda ister istemez açık. Örneğin, ancak 1999’da kaldırabildiğimiz (ama yerine çok iyisini gene koyamadığımız) “Muhakemat-ı Memurin” kanunu vardı. Devlet memuruna yasal yoldan ilişmeyi neredeyse imkânsız hale getiriyordu. Bu yasanın yürürlüğe girme tarihi 1913’tür. Neden 1913?

Bu suç işleme mekanizmasının sarsıntıya uğramadan çalışmaya devam etmesini sağlamak için her türlü tedbiri almışlar. Bu tedbirlerin yasal olanları var, yerine ve ihtiyaca göre yasal olmayanları da var. Gene, hepsini gözlemliyoruz, çevremizde sürüp giden olaylarda.

Tedbirlerden biri, “zamanaşımı”. Bir zaman biçmişler, onu doldurdun mu, yırttın! Onu yırtman için zaten birileri ellerinden gelen yardımı yapıyor. Yeter ki o korumayı sağlayacak iktidar odağının “adamı” ol.

Bunlarla uğraşmak ve bunların artık bir daha olmamasını sağlamak istiyor muyuz, istemiyor muyuz?

Hepsiyle birden mücadele etmek istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Gazeteye bakıyorum : iki haber, iki başlık, alt alta, üst üste. Üstteki başlık : “Sivas’ta zamanaşımı kaçınılmaz mı?” Altındaki haber : “Pınar Selek’e müebbet hapis istendi.”

Türkiye’nin “modernleşmek” üzere seçtiği yöntemin kaçınılmaz uzantısı olan bu “suç mekanizmaları”na, “şurada bir yerde dursun da, bize de lâzım olur, olursa kullanırız” diye bakmaktan artık vazgeçmek gerekiyor. Bugünkü gazeteler Cumhurbaşkanı’nın Tunus yolunda “Rövanşizm kötü bir şeydir” dediğini aktarıyor. Öyledir, kötüdür, ama o “bize de lâzım olur” tavrı rövanşizmle aynı şeydir. Sorunlarını suç işleyerek, yani bireysel ya da kitlesel adam öldürerek, cinayet işleyerek, kıyım yaparak çözen devlet geleneğini bütünüyle ortadan kaldırmak gerekiyor. Bütün bir adlî-hukukî yapının böyle bir iktidar yapısını ayakta tutmak üzere tasarlandığı ve kurulduğu her gün biraz daha net bir biçimde çıkıyor karşımıza. Bunun A’dan Z’ye değişmesi gerekiyor.

Bu tür, cinayetleri de içeren siyasi suçların zamanaşımına girmesini önlemek, bu tedbirlerden biri, şu anda en kolay alınabilecek tedbirlerden biri. Ama konu şimdilerde Sivas’ta otel yakan “dindar yetişmiş” vatandaşlarımız bağlamında tartışılıyor.

Bu durumda yasa bu şekilde değişir mi?

Şüpheli görünüyor.