‘Z Kuşağı’na dair dün başlattığımız tartışmada genel bir girişten sonra sözü gerçek öznelere bırakmıştım. İlk sözü Elhim Şafak almıştı. Bugün ise sözü 18 yaşındaki Tarsuslu S. Paul’a bırakıyorum. Kendisinin isteği üzerine bu ismi kullanıyorum. Kendisi ile zaman zaman Türkiye’nin politik gelişmelerini konuşuruz.

Zaman zaman yürüttüğümüz bu tartışmalarda bu kez de ben karşımdaki birisine; ”Ya bu kadar solcu olmak zorunda mısın?” diyerek, sözü uzatmadan kendisine bırakacağım:

“Çelişkilerin Görünümü ve "Z Kuşağı”nın Siyasal Dönüşümü

Türkiye'de ve dünyada Covid-19 pandemisi toplumun tüm kesimlerinde etkisini göstermeye devam ediyor. Bu süreçte bizler bir kez daha sermaye sınıfının toplum içindeki çelişkileri devlet mekanizması üzerinde görünmez kılmaya çalıştığını gördük. Düzenin aydınları tarafından vurgulanan "toplumların değişmezliği" tezlerinin bir kez daha geçersiz olduğu gündelik hayatın içinde ispatlanmıştır.

Derinleşen çelişkiler karşısında en çok etkilenen kesimin biz öğrenciler olduğumuz yadsınamaz bir gerçekliktir. İlk vakalardan itibaren okulların kapanmasıyla eğitim sistemi kendisini büyük bir çıkmazın içerisinde buldu. Salgınla birlikte hayatımıza giren uzaktan eğitimin her öğrenciye ulaşamaması, ulaşsa da öğrencilerin ders takibi yapamaması, eğitim politikalarının sadece görünümden ibaret olduğunu gösterdi. Bu görünüm arkasında daha vahim gerçeklikler barındırıyordu. Eğitimin durması, ekonomik krizin derinleşmesi öğrencileri belirsizlik içinde sınav hazırlığına, mevsimlik çalışma koşullarına ve virüsün kaderci anlayışına itti.

"Z Kuşağı”na dahil olan, A-politik olarak tanımlanan bu gençlerde, nesnel koşulların etkisi ile oluşan, gelişen ve tepkiselliğe dönüşen bir sınıfsal bilincin varlığından söz edebilir miyiz diye de zaman zaman düşünüyorum. Zira gençlik kitlelerinin "OY MOY YOK" tavrı, İslamcı-militarist sisteme vurulan büyük bir darbeydi. Evet, uygulanan baskıcı politikalar kendi isyancısını yaratmıştı.

Belki diğer seçimlerde sosyal demokrasinin(!) kazanımlarını görebiliriz, bilmiyorum.

"Z Kuşağı”nın takındığı bu tavırlar karşısında onlara "devrimci “ anlamlar yüklemek doğru mudur? Ben bu işlerin umut, anlam yüklemek ile olacağını düşünenlerden değilim. Çünkü geleceğe dönük siyasi teoriler geliştirmek, hayatın nesnel koşullarından bağımsız oluşturulamaz. Bu noktada büyük Marksist devrimci, Ekim devrimi lideri Vladimir Lenin'in sözünü söylemeden geçemeyiz, "Devrimci teori olmadan, devrimci pratik olamaz."

Türkiye'de "Z Kuşağı”nın büyük kesimi, lümpen devrimci görüşleri ve ulusal faşist ideolojileri benimsemiş büyük bir çoğunluktur. Bu kitle şimdilik İslamcı iktidarın düşmanı olabilir. Ama gelebilme ihtimali olan militarist iktidarların zemini de olabilir. Bu gerçeği göz ardı edemeyiz. Bu gerçek karşısında "değişmezlik" tutumu almak bizlere yani özgür günler için mücadele eden insanlara yakışmaz.

Peki "Ne yapmalı?"

Öncelikle her şeyin değişip dönüştüğü gerçeğini kabul etmeliyiz. Basındaki sistem tekeli, ifade kısıtlaması karşısında kendi birimlerimizi, yani emeklerimiz ile yarattığımız her alanı düşüncelerin özgürce ifade edilebildiği alanlar kılmalıyız.

Yoğun olarak tartışılan güncel ve nesnel sorunları ezilen kitlelere, arka plandaki gerçekleri göstererek anlatmak ve teşhir, ajitasyonlardan vazgeçmemeliyiz.

Bu "Ne yapmalı?" sorusunun cevabını benim cevaplarımdan ziyade sizlerin ait olduğu koşullar belirleyecektir.

Tüm devrimci sevgilerimle…”

***

“Z Kuşağı” hayatın içinde konuşmaya ve anlatmaya devam edecektir.