Türkiye, beş yılda bir yaptığı yerel seçimlerden birinin daha atmosferine girdi. Önümüzdeki dönemin temel gündemlerinden bir tanesi artık Mart 2014 yılında yapılacak olan yerel seçimlerdir. Beş yılda bir gerçekleşen yerel seçimler ile her dönem bir yandan iktidardaki parti kendisini ispatlama çabasına girerken, diğer yandan yerel yönetimler belirlenmektedir. Temsili sistemde genel seçimler meclise odaklı olduğundan seçilen kişiyi bir daha görmek başka bir seçime kadar mümkün olmayabiliyorken, yerel seçimlerde durum daha farklıdır. Hem seçim sürecinin daha çok sokak odaklı olması, seçilecek kişilerin o kentin sakinleri tarafından daha biliniyor olması ve hem de seçimler sonrası gideceği bir TBMM’nin olmaması bakımından. Bu durum yerel seçimleri bir şekilde demokrasiye daha yakın tutmaktadır.

Ancak yürüyen tartışmalara baktığımızda ne yazık ki ne yazık ki tablo iç karartıcı. Yurttaşların daha doğrudan ve de etkin içinde oldukları bir süreci izlemekten ziyade bir kez daha partilerin anlamsız, iç karartan tartışmalarına tanık oluyoruz. Oysa yerel seçimlerde katılımcılık, sokağın sesi ve beklentileri, doğrudan demokrasi konuları daha bir gündemleşmelidir. Egemen sistem kendi içinde kısır/anlamsız tartışmalar yürütmek istese de muhalif yapılar daha başka bir yerden konuşabilir. Siyaseti egemenlerin at oynattıkları bir alandan çıkarmak için başka bir yerden bakmak ve de siyaset üretmek bu anlamda önem kazanmaktadır. Başka bir yerden konuşmak demek;  “gücün” bir kişide, zümrede, partide ya da devlette toplanmayıp, mahallelerdeki, köylerdeki, kentlerdeki yurttaşlara yayılması için çaba demektir.

Bu da insanların yerleşimlerindeki ve ulusal düzeydeki her türlü sorun ile yakından ilgilenmelerinin ve aktif olarak yaşamlarına müdahale edebilmelerinin somut ve psişik alt yapısını oluşturacak mekânları bugünden “kurma” olanağını sağlayacaktır. Bir yandan yıllardır Kürt Özgürlük Hareketi’nin ekseninde gelişen yerel/doğrudan katılım, meclis çalışmaları ve hem de Gezi süreci ile başlayan ve bir şekilde çeşitli alanlarda devam eden politik süreç buna uygundur. Gezi Direnişi’nin yeni örgütlenme ve eylem biçimlerini açığa çıkardığını çok söyledik. İşte şimdi bu yeni örgütlenme ve eylem biçimleri üzerinden yürütülmesi gereken pratik bir sürecin içindeyiz.  Yeni bir siyaset yapma anlayışına olan ihtiyacı bu şekilde somutlaştırmak mümkün olacaktır.

Bu biçimde oluşturulacak özgürlükçü, yerel, yeni örgütlenmeler ile merkezi iktidardan kaynaklı baskı alanlarını da önemli oranda geriletilmiş olur.  Yönetimlerin bölge ve ulus çapında oluşturacakları konfedere yapılarda, aynı etki ulusal düzeye yayılabilir. Bu anlamıyla Kürt Özgürlük Hareketi’nin içinde olduğu çabayı görmek ve bu süreçte bunun daha geniş kesimlere anlatılmasını üstlenmek yerel seçimler sürecine halklardan yana bir dinamizm katacaktır. Bu çalışma ise HDK/HDP’nin oluşmasında ifade edilen politik öncelikler ile tamamen çakışmaktadır. Türkiye’de sistem partilerinin içinde oldukları anlamsız tartışma/çatışmalar dışında halklara başka bir yerden konuşmak özgürlük taleplerini daha da çoğaltacaktır.

Özgürlükçü yerel yönetimcilik demokrasi ilkeleri ve uygulamaları ile ilgilenen politik teorilerden biridir. Bununla birlikte, şu anda batı ülkelerindeki Devlet ve yönetim sistemlerini gerçek demokrasi olarak gören pek çok teorinin tersine, geleneksel düşünceleri kabul etmez. Aksine, gerçek demokrasi ile cumhuriyetçi devletin kurumları arasında bir gerilimin var olduğunu kabul eder. Tabi ki Cumhuriyetçi Devlet birçok temsili kurum içerir ve bundan dolayı, diktatörlük veya monarşi gibi diğer devlet tiplerinden daha demokratiktir. Ancak, Devlet sadece bir toplumsal idare sistemi değil aynı zamanda, profesyonel bir zor kullanma sistemidir. Devlet, doğası gereği, yapısal ve profesyonel olarak sıradan insanların üzerinde oluşur ve halktan ayrılır. Devlet polis ve ordu gücünü kullanarak şiddet tekelini elinde tutar. Sıradan insanlar üzerinde güç kullanır ve aldığı kararlar ile sıradan insanların günlük yaşamlarını kontrol eder.

Her parti, toplumda “temsil” ettiğini iddia ettiği toplumsal bir “kesim” ve o kesimin “haklarını” savunduğu iddiasını taşır. Bu iddia temelinde devleti yönetmeye talip olur. Bu iddia ve talep birleştiğinde devlet yönetimini idare etme, iktidarı ele geçirme ve sürdürme araç/amaç halini alır. Bu durumda bazı insanlar/kadrolar, bazı insanların/kitlelerin haklarının “temsil hakkını” kendilerinde bulduklarından, onlar adına düşünme ve onların “iyiliği için” bir şeyler yapma ve onları “yönetme” hakkını da meşrulaştırırlar. Parlamentarizm ve siyasi parti içinde bu yapı ve eğilim keskin bir hal alır.

Özgürlükçü yerel yönetim projesi ise bir bütün olarak toplumun ve toplulukların sıradan yurttaşlar tarafından yönetilmesini olanaklı kılacak, doğrudan demokrasi kurumlarının oluşturulması ve bunların yaygınlaştırması projesidir. Bu eski anlamına bağlı olarak politikanın yeniden hayata döndürülmesi demektir. Hiçbir şekilde, yurttaşların cumhuriyetçi Devlet sürecine katılımlarını genişletmek anlamına gelmemektedir. Hatta inisiyatif ve referandum gibi araçları kullanmayı yaygınlaştırmak, Ulus-devletin “demokratikleşmesi” amacını dillendirmek anlamına hiç gelmez. Kısacası özgürlükçü yerel yönetimcilik, demokratik reformlar yapmaya çalışarak Devletin üzerindeki “demokratik” peçeye nakış işlemeye çalışmaz.

Özgürlükçü yerel yönetimciliğin amacı, yok olmuş olan kamusal alanı yeniden canlandırıp yeni bir politik alana dönüştürmek ve pasif seçmenlerin ötesinde aktif yurttaşlar oluşturmaktır. Özgürlükçü yerel yönetimcilik, aktif yurttaşlar tarafından oluşturulan mahalle ve kasaba meclis toplantılarında yurttaşların iktidarını kurumlaştırarak, radikal anlamda, politikanın köklerine geri döner, doğrudan demokrasiyi diriltir ve yayar. Böylelikle özgürlüklerin gelişmesini, toplumsal barışın sağlanmasını iktidarın paketlerinden ummak yerine bütün grup ve de yapılar kendi enerjileri ve de aktif politikaları ile bir şekilde sürecin içinde olacaklardır. Bütün anlamsız tartışmalar yanında böylesi bir süreç başka bir şey söylemek, başka bir dünya/ülke talep etmek değil, bunu gerçekleştirme çabası içinde olmaktır.