Devlet Bahçeli 5 Eylül 2018 tarihi itibariyle ne demişti; “Eğer büyükşehir belediyelerini alamazsak, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi tartışmalı hale gelir…” Bahçeli son dönem özlü sözleri ve keskin kararları ile Türkiye siyasetini hep yönlendirdi, ama bu sefer kısa sürede çark etti. Yinelenen İstanbul seçimleri sonrasında, Cumhur ittifakına olan bağlılığı ve sadakatini yineledi. Zira oylar bu denli hızlı düşerken, erken genel seçim çıkışı yapması (Bahçeli için bile) pek akıl kârı değildi...

Bazen Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisinin yeterince anlaşılamadığını düşünüyor, bunu ifade etmekten de geri durmuyor. Hâlbuki sınırlı sayıda kelimeyle döne döne benzer cümleler kuran Erdoğan’ı anlamak pek zor değil, adeta göz doktorunda en üst satırı okumak gibi. Konuşmadıkça yalan söyleyememenin mahcubiyetini yaşayan Ak Parti kadroları ve kabinesi yeni sistem noktasında homurdanmaya başladı bile. Nakledildiğine göre, kabine üyeleri dâhil olmak üzere Ak Parti kurmayları Reis’e “artık istişare yapmıyorsunuz, sadece etrafınızdaki birkaç kişi ile bütün kararları veriyorsunuz, bizleri dinlemiyorsunuz” türünde eleştiriler yöneltmeye başladılar.

Ağustos 2001’de Milli Görüş çizgisinden ayrılan yenilikçiler (!) Ak Partiyi kurmuş, bir iki ABD ziyaretini takiben, Ecevit’e Anayasa fırlatılma krizinden de faydalanarak iktidara gelmişlerdi. Zaten Mayıs 2000’de, bundan 19 yıl sene kadar önce, Abdullah Gül yapılan olağanüstü kongrede 633 oy alan Recai Kutan’a karşı kaybetmesine rağmen, aldığı 521 oyla yeni bir çizginin fitilini ateşlemişti. Abdullah Gül daha sonra bu rolü, fedakârlığı ve başarısının ödülü olarak Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı makamlarına getirildi. Anımsatmakta yarar var, parti kurulmadan önce Abdullah Gül eski liderleri ve hocaları Necmettin Erbakan’a bir nezaket ziyareti yaparak niyetlerini açık etmişti. Şimdi ise yepyeni bir ‘dejavu’ yaşıyoruz. Aynı Abdullah Gül’ün telkini ile Ali Babacan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaret etti, partiden üye ve kurucu olarak ayrılmak ve yeni bir parti kurmak istediğini ifade etti. Bununla beraber, Erdoğan’ın parti bünyesi içerisine geri dönme daveti karşılık bulmadı. Bugün itibariyle Ali Babacan partisinden resmen istifa etti ve basına duyurdu.

Cuma günü piyasaların kapanmasından sonra kıymetli Cumhurbaşkanımız Erdoğan Merkez Bankası Çetinkaya’yı ‘görevden aldı’. İlk önce şaka gibi algılanabilecek bu durumun karşısında ve akabinde pek çok yorum yapıldı. 1931 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının başına ilk defa böyle bir şey geliyor. Buna benzer tek olay, dalgalı kur rejimine geçilmesinden hemen önce eski Merkez Bankası Başkanı Zekeriya Erçel’in kabaca 2 milyar lirasını dolara çevirerek kısa sürede 30 milyon kadar kazanç elde etmesi üzerine Başsavcı Sabih Kanadoğlu’nun “görevini kötüye kullandığı” gerekçesiyle soruşturma başlatması ve hükümete şikâyet etmesi ve bunun neticesinde Ecevit başkanlığındaki hükümetin de baskısıyla Erçel’in istifa etmesi olmuştu. Sonrasında Erçel 2005 yılında 1,500 TL gibi cüzi denebilecek bir ceza ile paçayı kurtardı, memlekette her zaman olduğu gibi yaptığı yanına kâr kaldı.

Murat Çetinkaya’yı tanıdığımız kadarıyla, kendisi kişisel planda muhafazakâr bir yapıya sahip olması ile birlikte, teknikten ve kuraldan kopacak ve sapacak bir kişi de değildir. Ekonomi (İktisat) mezunu olmamakla beraber, tüm kariyerini bankalarda ve üst düzeylerde başarıyla devam ettirdi. Başından beri hep bir orta noktayı tutturmaya gayret etti. Zaman zaman faiz indirimi yapmadığı halde faiz indirimi yapmış gibi etkiler doğuracak adımlar attı. Yanından ve arkasından dolaştı, Erdoğan’ı bir şekilde memnun etmeyi başardı. Başka zaman ise (Brunson felaketi sonrası gibi), acınası faiz artırımları ile piyasayı memnun etti. Fakat bir türlü birebir emir eri olmadı, tam bir Reis adamı olamadı. Netice itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Merkez Bankası Başkanını görevden aldı, bunu bütün dünya gördü...

Piyasa kulislerine göz atacak olursak, Çetinkaya’nın görevden alınmasının ardında, Saray tarafından kendisinden sert faiz indirimleri talep edilmesi ve kendisinin bu kararı istenen düzeyde, dozda ve zamanda vermemesi yatıyordu. Bakalım bir devlet adamı ve lider olarak Erdoğan’ın çalıştığı bürokratlar ile olan çetrefilli ve ikircikli ilişkileri, ileride nasıl anlaşılacak, yorumlanacak ve yazılacak… Ne de olsa; “Tarihi gerçekler değil, tarihçiler yazar…”