Uzunca süren bir Ljubljana ziyaretinde fırsat bulduğum aralarda yazdığım gibi epey yoğun bir seminere katılırken, yeni KCK girişiminin haberini de aldık. Tanıdığım insanlar, Ragıp Zarakolu, Büşra Ersanlı ve Ayşe Berktay, gözaltına alınanlar arasındaydı. Buraya geldiğimde tutuklandılar.

Bir parantez: Yasemin, artık iyice çoğalan bu durumlarda, söze “tanıdığım...” diye başlamaktan hoşlanmadığını yazmış. Okuyunca ona hak verdim, ama ben bu konularda o kadar nesnel duramıyorum. Tanıdıklarımın böyle paldır küldür içeri alınmasından duyduğum rahatsızlık, ister istemez daha fazla. Bu, “Onlar suçlu olmaz! Öbürleri olabilir” diye düşünmemden ileri gelmiyor elbette. Tersine, onlar tutuklandıysa, öbürlerinin tutuklanmasının üstüne de ânında bir kara gölge düşüyor.

Örneğin Diyarbakır’dan, İnsan Hakları Derneği Başkanı, Muharrem Elbey... İtalya’da, Rimini’de tanışmıştık. Bu adam Kürt davasını benimsemiş, kucaklamış biri. Ondan hiç şüphem yok. Ama biz bu barışı kiminle ve nasıl kuracağız –öyle bir niyetimiz varsa? Kürt davasını benimsemeyen ve kucaklamayanlarla mı? Muharrem insanda hemen sevgi uyandıran bir kişi. Konuşulur bir kişi. Konuşulur kişileri hapse atarak varılacak bir yer ben görmüyorum. Daha doğrusu, görüyorum: Allah’ın günü bombaların, mayınların patladığı yer... Oraya varırız.

Öteki davadan Ahmet Şık... Onu da tanıyorum. Tutuklandığı zaman yazmıştım, onun kadar ben de Ergenekon’la bağlantılı olabilirim. O zamandan bu zamana epey zaman geçti, bu zaman içinde Ahmet Şık’ın darbe girişimleri ya da Ergenekon etkinliklerinde oynadığı role dair dişe dokunur bir bilgi edinmedik. Ama durum devam ediyor.

Ve şimdi Ragıp Zarakolu, Büşra Ersanlı ve Ayşe Berktay... Onları da tanıyorum ve suçlandıklarını öğrendiğim şeylerle ilgilerini kuramıyorum.

Bunlar polisle, yargıyla ilgili tatsız konular. Bunlarla aynı anda başka şeyler zuhur ediyor. Örneğin, “Müslüman” gazete, bu gibi tutuklamaların ne kadar doğru ve “vicdanî” olduğu konusunda toplumu aydınlatmak üzere makaleler yayımlıyor ve böylece, örneğin, Büşra Ersanlı’nın bir Yahudi’yle evli olduğu gibi faydalı bilgiler ediniyoruz. Konuyla ilgili bazı şüphelerimiz, tereddütlerimiz olduysa başlangıçta, bu bilgiyi edindikten sonra bunlar izale olmuş olmalı. Madem kocası Yahudi’ymiş (onu da iyi tanırım üstelik), her şey açıklanıyor. Her şey mi? Hayır! Sıkı durun, arkası da var. Büşra Ersanlı’nın ablası bir zamanlar Doğu Perinçek’le evliymiş! İşte, bunu da öğrendikten sonra, zihninizde en ufak bir şüphe kırıntısı kaldıysa, o da uçup gitmiştir. Büşra Ersanlı’nın yüreklerimizi burkan terör olaylarıyla bağlantısı böylece saptandı.

Bütün Büşra’ları, Ragıp’ları, Ayşe’leri yakalayıp içeri atsak, terör duracak. Ey yakalayan Türk polisi! Elini çabuk tut! Hepsini (bu, “hepimizi” anlamına da geliyor mutlaka) hemen yakala, şu terör bitsin, memleket nefes alsın. Dağ kadroları nereden, nasıl besleniyor, bunun sırrını çözmüş durumda olduğun anlaşılıyor –Ragıp, Büşra, Ayşe yolluyorlar kadroları oraya, eğitip eğitip.

Bunlar kulağa zevzeklik gibi gelebilir, ama bundan diyelim yirmi yıl sonra, yirmi yıl önceki tedbirlerin bugün vardığı noktadan başka bir sonuç vermediğini göreceğimizden şüphem yok. Ancak, yirmi yıl önceki o tedbirleri alanları bugün yakalarından yakalayıp “Niçin şunu şunu değil de, bunu bunu yaptınız” diye soramadığımız gibi, yirmi yıl sonrasının getireceği felâketler arasında bugün bu tedbirleri alanlardan da hesap sorulamayacaktır.

Ama sorun, kuşaklardan kuşaklara, bütün ağırlığıyla, devredilecektir.