Mehmet Sait Erten
Cengiz Altun
Mecit Akgün
Hafız Akdemir
Çetin Ababay
Yahya Orhan
Hüseyin Deniz
Musa Anter
Namık Tarancı
Orhan Karaağar
Kemal Kılıç
Mehmet İhsan Karakuş
Rıza Güneşer
Ferhat Tepe
Nazım Babaloğlu
İsmail Ağay
Ersin Yıldız
Seyfettin Tepe
Yemliha Kaya

Onlar Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden birinde gazeteciydiler.
1990’ların en kanlı OHAL yıllarında…
1992 – 1996 yılları arasında…
Bölgede yayın yapan 46 gazeteden birinde çalışıyorlardı.
Önce kendileri “kurşunla tekzip” edildiler.
Ardından çalıştıkları gazeteler tek tek kapatıldı.
Aralarından sadece Musa Anter kaldı hafızalarda.

Zira Anter, Kürt ve Türk halklarının kardeşliği için çalışan bir aydındı aynı zamanda. Görüşleri ülkenin doğusu kadar batısında da yankılanıyordu. Ta ki kurşunların hedefi olana kadar…

Dün onun gibi bir başka gazeteciyi andık İstanbul’un en işlek caddelerinde.
Cumhuriyet ve Halaskargazi’de on binler Hrant Dink için yürüdü.
Anter gibi iki halkın kardeşliği, Ermeni ve Türk halklarının birlikteliğini savunan Dink için atıldı sloganlar.

Asıl sorulması gereken soruysa şu:
Ya Hrant Dink, İstanbul’da gazeteci olmasaydı?
Doğduğu yer Malatya’da yaşasa, yerel bir gazete çıkartsaydı…
Ve yine kurşunların hedefi olsaydı…
Toplanır mıydı dünkü on binler, 16 milyonluk şehrin en işlek caddelerini kapatarak?
Daha da açık söylemek gerekirse, Hrant Dink bizim bembeyaz caddemizde güpegündüz gözümüzün önünde katledilmeseydi yine böylesi anar mıydık onu? Yoksa adını bugün ismini hatırlamadığımız hatta “öldürülen gazeteciler listesinde” bile yer almayan soykırım kurbanı Ermeni meslektaşlarının yanına mı yazardık?