Dün rahmetli Hrant’ın doğduğu gündü. Elleriyle inşa ettiği ama gaspedilen Tuzla Kampı Hrant vakıflar konusundaki adaletsizliklerin telafisi için çok uğraşırdı. Zira bu azınlıklar için vatandaşlık hakkının da ötesinde bir hayat hakkı meselesiydi. Buradan bakınca hükümetin gayrimüslim vakıflarıyla ilgili 75 yıllık ızdırabı kısmen de olsa bitiren kararı önemli. Vakıflar Kanunu’na eklenen geçici madde ‘Cemaat vakıflarının 1936 yılında beyan ettikleri tüm taşınmazları, mezarlıkları ve çeşmeleri adlarına tescil edileceği ve üçüncü şahıslar adına kayıtlı olan taşınmazların rayiç değerinin ise Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce cemaat vakıflarına ödeneceği’ne hükmediyor.

Mart 2003’te Hrant bana şunları yazmış: ‘Türkiye’de gayrimüslim azınlıkların hakları Lozan Antlaşması’yla garanti altına alındı. Lozan sadece laik cumhuriyetçilerin baş tacı ettiği kurucu sözleşme değil biz azınlıkların da sığındığı koruyucu şemsiyemiz. Lozan’ın birçok maddesi azınlıkların yeni okullar, yeni kurumlar, yeni vakıflar kurabileceğini zikreder. 37. maddesi ise azınlıkları koruma altına alan bu maddelerin bundan böyle herhangi bir kanun ve yönetmelikle yok sayılamayacağını yeni kanunların bu maddelerden üstün sayılamayacağını belirtir. Ne var ki Cumhuriyet devrinde çıkarılan bazı kanunlar -bu arada Medeni Kanun’da yer alan ve biz azınlıklara da uygulanmak istenen ‘cemaat yararına vakıf kurulamaz’ ilkesi- bal gibi Lozan’a aykırıdır.’

Mesele bununla da sınırlı değil. Yine Hrant’a sözü verelim. Şubat 2008’de NTV’nin sitesinde yayımlanan izahatında şunları hatırlatıyor: ‘1936 yılında çıkan yeni Vakıflar Yasası ile devlet kilise vakıflarımızdan bir beyanname istemiş, ‘ne mülkünüz varsa bir liste halinde verin’ demiş. Aradan 40 sene geçmiş, 1974 senesinde Yargıtay Genel Kurulu bir karar vermiş ve ‘azınlık vakıflarının 1936 yılında vermiş oldukları beyanname dışında mal edinme hakları yoktur, dolayısıyla bu tarihten sonra edinilmiş bütün mallar, ister bağış, ister satın alma yoluyla elde edilmiş olsun eski sahiplerine iade edilecektir’ demiş. O gün bugün kira gelirleriyle çocuklarımızı okuttuğumuz mülklerden 40’ı (Ermeni cemaatine ait) elimizden bu yolla alınmıştır. Bu mülkler, vakfetmiş olanın eski mirasçısına da geri gitmemiştir. İade edilecek mülkler özenle seçilmekte ve mirasçıları ölmüş olduğu için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmektedir. Bu süreç her yıl parça parça açılan davalarla yürüdüğü için, 1936 sonrasında bağış ya da satın alma yoluyla intikal etmiş 120 mülk henüz elimizdedir. Herhalde bunların iadesi için mirasçılarının ölmesi beklenmektedir.’

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1974 tarihli ve E 1971/2.82 K /505 sayılı korkunç hükmünde azınlıklar Türk olmayan yabancılardı, bunların tüzel kişilikleri de gayrimenkul edinemezdi. (Konuyla ilgili derli toplu bir çalışma Dilek Kurban ile Kezban Hatemi’nin 2009 TESEV yayını ‘Bir Yabancılaştırma Hikâyesi: Türkiye’de Gayrimüslim Cemaatlerin Vakıf ve Taşınmaz Mülkiyet Sorunu’)

Hükümetin ilkeli pragmatizmi

Bu adaletsizliğe karşı cemaat vakıflarının gayrimenkul sahibi olma hakkına ilişkin AİHM içtihadı 2007’de oluştu. Bundan önce hükümet kanunu iki kez (2002 ve 2003) değiştirdi, yetmeyince 2008’de yeniden yaptı. Değişiklikler her defasında yetersiz kaldı ve AİHM 2007 içtihadına dayanarak Türkiye aleyhine tazminat ve iade kararları vermeye başladı. Hükümetin son kararının biraz da gelmekte olan çığ gibi tazminatları önlemek olduğu açık. Ama 2002 yılından bu yana sorunu çözme azmi de bir o kadar açık. Vakıflar Genel Müdürü’nün dediği gibi bu bir lütuf da değil, hakkın iadesi. Son karar, sorunları tamamen çözmese de büyük bir adım mahiyetinde. Yargıtay’ın 1974’te aldığı karardan bu yana resmen ‘yabancı’ muamelesi gören gayrimüslim vatandaşlarımızın vatandaşlık haklarının tescili.

Diğer taraftan hükümetin adımı tatil rehavetine rastlamış olsa da bu konuda son derece olumsuz bir sicile sahip olan CHP’den tık yok. Hani şu Vakıflar Kanunu’nun tüyler ürpertici gerekçelerle iptali için geçen yasama döneminde Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuş ama sonuç alamamış olan CHP’nin. Grup başkan vekili olarak Kılıçdaroğlu’nun da imzasını taşıyan başvuruda şöyle ifadeler vardı: ‘Türkiye’de kurulu olan cemaat vakıfları, o cemaatin tüm dünyadaki mensuplarını vakıf tüzel kişiliği çerçevesinde örgütleyebilecektir. Cemaat esasına dayalı bu tip bir örgütlenme, sınırsız bağış ve yardım alabilme imkânlarıyla birlikte, Türkiye’nin Milli Güvenliği ve sair ulusal çıkarları açısından büyük tehlikedir.’ Kendisiyle hesaplaşmayı CHP’ye bırakalım.

Sonuçta şu açık: Mütedeyyinler ve AK Parti, İttihatçı/Kemalist ideolojinin gayrimüslimleri, Türk veya Sünnî olmayan Müslümanları en az kendileri kadar gayrimeşrulaştırdığını ne kadar çok anlar, çekilen acı ve hakikatlerin ortaya çıkmasına ne kadar önayak olur, adaletsizliklere tüm dışlanmışlarla birlikte ne çareler bulur ve böylece bu ideolojilerden ne kadar uzaklaşırsa demokrasi o ölçüde yerleşecek.