Ülkemizi yönetmekle sorumlu devletin süreklilik kazanan işsizlik, yoksulluk, aşırı gelir dağılımı dengesizliği, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, doğal çevrenin korunması, dış politika gibi temel konularda bir iyileşme veya düzeltme sağlaması pek mümkün görünmüyor. Aksine devletlü yöneticilerimiz problemlerin çözümü için (kendi meşreplerine göre bile olsa) adım atacağına daha da azdırma potansiyeli yüksek söylem ve tavırlarından vazgeçmiyorlar. Yangına körükle gidiyorlar dersek abartmış olmayız.

Zira başka türlü yönetme kabiliyetleri de yok gibi. İyice sıkıştılar. Bu yüzden de terör ve şiddet daha da tırmanıyor, her günkü ölü sayısı çoğalıyor. Yapılan ve yapılacak zamlarla hayat daha pahalı hale geliyor. Rejim, sorun çözmeyi bırakalım, aldatma - oyalama yeteneğini de kaybetmiş durumda. Kısacası despotik, baskıcı rejimlerin klasik yöntemi terörü artırmak ve dini gericiliği ve milliyetçiliği kaşıyarak sürekli gündemde tutmak. Her şeye rağmen bu tip rejimlerin varlıklarını sürdürmek için kitle desteğine ihtiyaçları vardır. Bu yüzden sarıldıkları en önemli dayanakları milliyetçilik ve din istismarıdır. Daha bugün bir gazetede okudum; İstanbul müftüsü, 3365 camiinin olduğu İstanbul'a 10 bin camiinin daha ihtiyaç olduğunu söylemiş. Oysa mevcut camilerin bile (belki cuma günleri hariç) çoğu zaman boş olduğunu bilmeyen yok. Yaklaşık 20 milyonun yaşadığı Türkiye'nin en büyük şehri İstanbul'da 3064 devlet okulunun bulunduğunu da belirtelim bu arada.

Hiçbir sorunu çözemeyen ülke yönetiminde adaletsizliği, haksızlığı ve hukuksuzluğu, kısacası OHAL'İ olağan hale getirmiş olan bu rejimin tipik karakteristik özelliklerini maddeler halinde biraz daha açmakta fayda olduğuna inanıyorum :

1-Toplumsal yaşamın bütünü, iktidarı elinde tutanın dünya görüşüne göre, yani lider ilkesine göre örgütlenir ve belirlenir.

2-Basın yanın kuruluşları mevcut ideoloji paralelinde yayın yapmaya zorlanarak, egemen görüşe zıt düşünceler ve eleştirel seslerin çıkması çeşitli baskı unsurlarıyla önlenir. Aykırı yayın yapanlar sansürlenir, kapatılır veya başka türlü yollarla engellenmeye çalışılır. Böylece egemen düşüncenin karşısına farklı düşüncelerin çıkmasının önüne geçilmiş olunur ve tek tip düşünce, toplumda baskın hali gelir.

3- Etnisiteyi ve ırkı temel alan bir milliyetçilik ve vatanseverlik övgüsü yaygındır, vatanı- milleti - devleti uğruna ölümü göze almak olağanüstü yüceltilir, belli kişiler bu özellikleriyle abartılarak kahramanlaştırılır.

4- Toplumun üyesi kabul edildiği ırk ya da milletin, diğer milletlere üstünlüğü görüşleri öne sürülür ve kanıt gösterilir, bu bağlamda tarihe ve tarih yazıcılığına çok büyük önem verilir. Tarihi olaylar çarpıtılarak ters yüz edilmekten imtina edilmez.

5- Toplum sorunlarının çözümünde akıl ve bilim yerine duyguya, nefrete, söylencelere (mitlere) dayanma eğilimi gösterilir ve akıldışı (irrationalist) bir felsefe anlayışından bolca beslenilir.

6-Gerek bireysel ve gerekse toplumsal olarak (en masumane bile olsa ) karşı çıkışlar öldürme dahil en acımasız bir şekilde bastırılır, şiddet yalan çok önemli bir argümandır.

Bu anlattığımız kaotik ortama rağmen umutsuz olduğumuz sonucu çıkmamalıdır. Asla... Zira karanlığın en yoğun olduğu an, aydınlığa, şafağa en yakın olunan andır. Bu ülkede eşitlikçi demokrasi için, özgür ve mutlu yaşam için çok bedeller ödendi, ödenmeye de devam ediliyor. Bunun tek yolu özgür toplum için birleşik kitle hareketini büyütmek. Meşru ve haklı, şiddetten uzak kitle hareketi toplumsal barışı ve huzur sağlamanın en büyük teminatıdır. Unutmamak gerekir ki, mevcut yönetimden memnuniyetsizler, memnun olanlardan kat be kat fazladır. Bunu daha geçen hafta iktidardaki partiye en çok oy veren Karadeniz'in fındık üreticilerinin fındık yürüyüşündeki (kendiliğinden de olsa) tepkilerinden biliyoruz... Uzağa gitmeye gerek yok, daha 4 yıl önce ülke genelinde milyonların sokağa çıktığı gezi direnişinden biliyoruz... 3 ay önceki bir milyondan fazla insanın katılım sağladığı CHP'nin 'adalet ' yürüyüşünden biliyoruz...

Ez cümle, toplumda müthiş bir memnuniyetsizlik ve karşı çıkış potansiyeli mayalanıyor. Bazı küçük burjuva aydınları gibi karamsar olacağımıza, tam aksine umudumuzu yeşerten gelişmelerden heyecanla kitlelerin efsanevi gücüne inanmalıyız. Dönüp insanlık tarihine baktığımızda barış, demokrasi, mutlu ve özgür yaşam koşulları, kişilerin tek tek kahramanlıkları ile değil, kitlelerin bu uğurdaki haklı mücadeleleri ile kazanılmıştır.