Son günlerde Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, güncel yaşamın hemen her alanında fikir belirtmeye başladı. Son incisi de bugündü: 'Günaydın' kelimesi insanlığın cahiliye devrine aitmiş. Öyle diyor Prof. Ali Erbaş. Entelektüel manada 'derinliğine' bir itirazımız yok. Yalnız sıkıntı şurada ki, Diyanet İşleri Başkanı bunu neden yapıyor?

Çünkü hemen her alanda (eğitim, sağlık, ekonomi, dış politika, güvenlik...) tel tel dökülen iktidarın elinde (kendine göre) kitleleri yönlendirmede etkili olduğuna inandığı bir tek din argümanı kaldı. O yüzden iktidar, devletin diğer ideolojik aygıtları ile birlikte Diyanet İşleri Başkanlığını (DİB) tetikçi gibi kullanarak, her gün yaptığı hamlelerle siyasal ve toplumsal gerilimi sürekli tırmandırmaya çalışıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı varlığı şimdiye kadar hangi toplumsal soruna çözüm bulabilmiştir? Devasa bütçeye sahip, bu kurum 1924 yılında o dönemin iktidarı tarafından dinin devlet kontrolü altında tutulması amacıyla kurulmuş olmakla beraber, o dönem dahil böyle bir amacın kendisinin demokratik, laik devlet anlayışıyla ilgisinin olmadığı yıllar içinde ortaya çıkmıştır. Çünkü gerçek manada demokratik, laik, hukuk devletinde DİB gibi bir kurumun hiçbir şekilde varlığının maddi koşulları olamaz.

Nedenini anlamak için, bugüne kadar gelmiş geçmiş, insanlığın yaşadığı tüm dinlerin genel özelliklerini kısaca irdelemek gerekiyor.

Her şeyden evvel din, bir şeyi anlama veya bilgi edinmenin ötesinde bir şeydir. Bir şeyi anlamak değil, onu bilgisizce ve anlamaksızın, tartışmasız kabullenmedir. Bilmeyi değil, imanı, adanmayı ve tapınmayı vurgular. Din, insanların yaşamlarında ne yapıp ne yapmayacaklarını akıl ve bilim yoluyla değil, kutsal kitap ve peygamberin söz ve tutumlarıyla belirler, onların gücüyle onları toplumda egemen kılar. Bu yönüyle din işlevci ve davranışçıdır, yani din kişinin içinde gözlenebilir, ölçülebilir davranış ve eylemlerini kişinin özgür iradesine bırakmadan toplumsal değer yargılarını düzenleyerek sosyal yapı sistemi oluşturmakla meşguldür. Dinler insanların, dinin öğretilerini kabul etmeleri, fikir yapılarını ve yaşamlarını bunlara uygun şekilde oluşturmaları için bağlayıcı ve zorlayıcı yaptırımlar getirmişlerdir. Bütün dinler insanların düşünlerine değil, duygularına hitap ederler. Eğitim gibi zahmetli ve uzun vadeye tahammülleri olmadığından, kısa vadede hedeflerine ulaşmayı amaçladıklarından insanların kar ve zarar duygularına hitap ederler. İşte bu yüzden de dinsel bilgi, anlama ve algılama güçlüğü çeken, düşünme yapmayan eğitimsiz insanlar tarafından çok itibar görür. Dinsel bilgi, gerçeğin bilgisi değildir. İnsanın hayal, tahayyül, duygular ve sistemsiz aklı ile spekülatif olarak ürettiği bilgidir. Bu manada dinsel düşünüşün en önemli özelliği, sorgulama yapan felsefe olmak değil, dini savunmak amacıyla yapılan düşünme olmasıdır.

Bütün dinler için geçerli olan bu özellikler, yönetim zafiyeti yaşayan iktidarlar tarafından sürekli kullanılmıştır. Dinin ritüelleriyle ülke yönetmek iyi bir yönetim argümanı ise, sormak lazım, (ayrımsız olarak) bugüne kadar bu ülkeyi yöneten iktidar mensuplarının hangisi dinsiz veya dine mesafeli olduğunu söylemiştir? Aksine dini bütünlük veya dindarlık konusunda, toplu Cuma namazlarıyla, iftar sofralarıyla, hatta şölenli umre ve hac ziyaretleriyle birbirleriyle adete yarış halinde olmuşlardır. Sürekli, din kişinin inandığı manevi varlık ile kendisi arasındaki şahsi bir mesele olduğu söylenegelmiştir. Ancak işin bu kadarına bile uyulduğu veya sözde de olsa saygı duyulmamıştır...

Türkiye'de DİB'in kuruluşundan bu yana sadece bir dinin bir mezhebinin aleni olarak propagandasını yaptığı inkar edilemez bir hakikat. Bu durum bile toplumsal huzursuzluğun kaynağına temel teşkil etmektedir. Oysa din, hiçbir şekilde kamunun (kontrol edilmek amacıyla da olsa) yönetim organlarında yer almaması gerekir.

Tek tek 6 bakanlığın, toplamda 3 bakanlıktan fazla bütçeye sahip DİB'in tamamen kapatılması, DİB'e ayrılan bütçenin eğitime, sağlığa, adalet mekanizmaları gibi toplumsal ihtiyaçlara aktarılması bu ülkenin demokrasi ile yönetilmesi kıstaslarından biridir.

Sonuç olarak, dini vecibelerini yerine getirmek isteyen kişilerin kendi aralarındaki ekonomik ve sosyal dayanışma ile bu ihtiyaçlarını gerçekleştirmesi en doğru yoldur. Uzun uzun anlatmaya gerek yok; Merdiven altı diye tabir edilen dini istismarcılarının ceza kanunlarının liyakatle uygulanmasıyla bu sorunun çözüldüğü demokrasinin (nispeten) uygulandığı batı ülkelerinde görülmektedir.