Türkiye askerî vesayetle göğüs göğse kavga ederken ufukta duran hedef bugüne oranla çok daha seçilebilir durumdaydı; derin demokratik değişimler yoluyla kendini yenilemiş yeni bir Türkiye hedefi, adı konulsun konulmasın ufuk çizgimizi oluşturuyordu. Bugün ise bu ufku, giderek koyulaşan ve arkasından ne gibi melanetlerin çıkacağı konusunda endişelerin arttığı bir sis tabakası kaplamış durumda. Gündelik kavgalar, ağız dalaşları, polemikler içinde Türkiye’nin bu hedef doğrultusunda hızla irtifa kaybettiğini görmüyoruz maalesef. Burada meselem sorumlu aramak değildir, Türkiye’nin önünde duran tarihin sunduğu fırsatı göremeyen herkes, hepimiz sorumluyuz. Mesele şu an durduğumuz yeri ayık kafayla saptamaktır; bu yapılmalıdır, zira tarih postacı değildir, kapıyı iki kez çalmaz...

Son zamanlarda, özellikle 12 Haziran genel seçimler sonrasında AKP iktidarına karşı içte ve dışta eleştirilerin arttığı görülüyor. Ama spekülatif düşünmeye o denli teşneyiz ki bu eleştiriler haklı mı değil mi diye sormak yerine öküz altında buzağı arayanlar var. Stratfor’un açıklamalarını yayımladığı bahane edilerek Taraf hedef tahtası yapılmak isteniyor. Kimileri ise artan AKP eleştirilerini, “bir ittifakın çözülmesi” olarak yorumluyor. Öncesinde, AKP veya Cemaatle sanki adı konulmuş bir ittifak varmış da şimdi bu ittifak bozulmuş! Oturup ciddi ciddi bu ittifakın acaba neden bozulduğuna kafa yoranlar var. Evet, bir ittifak vardı ama bu adı konulmamış fiilî bir ittifaktı, askerî vesayete son verme hedefi etrafında kendiliğinden oluşan ve “yetmez ama evet” ile tepeye varan fiilî bir durumdu bu. Niye oradan buraya gelindiğini olayların somut akışına bakarak sormak yerine kendi kurdukları bilmeceleri çözmek kimilerinin hoşuna gidiyor.

İşte bu nedenle bugün Türkiye’nin durduğu yeri spekülasyonlara başvurmaksızın anlayabilmek için karşımızda duran, tüm başka şeylerin çözümünün bağlı hale geldiği temel problemleri yeniden incelemek gerekiyor. Bu problemler Kürt sorunu, Kıbrıs ve AB’dir. Kürt sorunu aslında merkezde olan sorun olduğu halde onu bilerek sona bırakıp Kıbrıs meselesini ele almıştım. Şimdi Avrupa Birliği (AB) konusunda Türkiye’nin pozisyonuna dikkat çekmek istiyorum.

AKP iktidarının resmî dış politika söylemlerinde böyle bir ikilem yokmuş gibi görünüyor olsa da gerçek bu değil ve kanımca Türkiye’nin son birkaç yıl içindeki yöneliminde ciddi bir kayma var ve bu kayma bu ikilemle kendini duyuruyor. Öncesinde, karşılıklı bağımlılık konsepti içinde tüm komşularla eşit partnerlik ilişkisi Türkiye’nin dış politikasının yönelimiydi, bugün öyle gözükmüyor; “Lider Türkiye”imajı iktidarın politika tercihlerinde giderek hegemonik bağlam haline geliyor, her şeye bu pencereden bakılıyor.

Türkiye’nin küresel bir aktör olarak ortaya çıkmasına kimsenin bir itirazı olamaz ama bu aktörün oynayacağı rolün ne olduğudur tartışılması gereken. Türkiye AB’den uzaklaşarak Ortadoğu’nun askerî-politik bakımdan güçlü “lider devleti” rolüne mi soyunacak yoksa tarihsel kader çizgisinin yolunu izleyip ama ona yeni bir anlam vererek, Batı- Doğu- Ortadoğu üçgeninde politik bakımdan güvenilir partner rolü mü üstlenecek? Bu ikincisinin olabilmesi Türkiye’nin, hem Avrupalı hem Ortadoğulu bir kültür coğrafyasına sahip oluşunun politikalaştırılmasıyla mümkün olabilir.

Son yıllara dek AKP iktidarının tuttuğu yol bu ikincisi gibi gözükmekteydi ama şimdi bu rotadan sapıldığının işaretleri artıyor. Bugün AB ‘ye tam üyelik hedefinin 2000’li, özellikle 2005-2007 yıllarındaki heyecanı taşımadığı açık. Kamuoyunda da AB desteği giderek düşüyor. Bu düşüşün AB’nin yanlışlarına bağlı ciddi nedenleri de var kuşkusuz, kendileri de bunun kısmen farkındalar. Nitekim,Avrupa Dış İlişkiler Konseyi tarafından açıklanan yıllık değerlendirme raporunda “2011’de Avrupa-Türkiye ilişkileri açısında bir yıl daha kaybedildi” deniyor ve Birlik üyesi 27 ülkenin ve AB kurumlarının 2011 yılı boyunca dış ilişkiler alanında sergiledikleri performans üzerinden yapılan değerlendirme karnesinde Türkiye ile ilgili kısmın notu “yetersiz” olarak geçiyor.

Aynı zamanda Avrupa’nın içine girdiği ekonomik ve mali kriz, AB’nin içindeki derin siyasi çatlaklar bu heyecanın ölmesinde şüphesiz ciddi etkenlerdir. Ne var ki burada mercek altına almaya çalıştığım şey AB’ye dönük ilgi ve heyecanın düşme nedenleri değil, Türkiye’nin AB’ye üyelik hedefini “Lider Türkiye” imajının altına koymaya yönelmesi, hegemonik bir tercih farklılaşmasının ya da bir perspektif kaymasının ortaya çıkmakta oluşudur.

Bu düşüncemi doğrulayan verileri ve bu yönde kaygılar dile getiren önemli bulduğum bazı yorumları sonraki yazılarımda aktaracağım.