“ÇOK zor bir testi söylemek istiyorum: İnsanlarımızın özgürlüğü, onuru, hakları ülkenin bölünmesinden daha önemlidir, devletin kendisinden daha önemlidir. Devlet insanları mutlu etmek için vardır. Anayasa da aramızdaki bir sözleşmedir. Beğendiğin ülkenin sözleşmesine girersin, beğenmediğine girmezsin, böyle bir hakkın var. Bunun için yaparsın bu sözleşmeyi, devlet devam etsin diye yapmazsın. Devlet beni korusun, eğitsin, düşmanlarıma karşı korusun, geleceğimi garanti altına alsın diye yaşarsın bu ülkede.” TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısında, soru-cevap bölümünde konuşan Boyner Holding Yönetim Kurulu Başkanı Cem Boyner bunları söyledi. Toplantı, Prof. Dr. Ergun Özbudun ve Prof. Turgut Tarhanlı’nın sürmekte olan anayasa çalışması hakkında bilgi vermesi için düzenlenmişti. Bu veya benzeri cümleleri kurduğu için öldürülen ya da süründürülen onca insanı anarak ve Boyner’in zenginler kulübünde olduğu için muhtemelen (ve tüm kalbimizle ümit ederiz ki) başına bir şey gelmeyeceği çelişkisini bir kenara koyarak başlayayım.

UZUN BİR YOL
Bugünlerde, ne uzun bir yol yürüdüğümüzü düşünüp duruyorum. Birinci nedeni Diyarbakır’daki Nevruz kutlamaları. Bir milyona yakın insana hitaben yapılan ve hepsi Kürtçe olan konuşmalara bakınca görüş günlerinde çocuklarıyla konuşamadığı için sadece sessizce ağlayan Kürt anneleri geldi aklıma. Döve döve Türkçe öğretilmiş milyonlarca çocuğun hikâyesi ve en çok da Özgür Gündem Gazetesi. Dün Sedat Yılmaz’ın yönetmenliğini yaptığı “Press” filmini izledim. Şehrinizdeki sinemaya geldiyse muhakkak izleyin. 90’lı yılların başında, Özgür Gündem Gazetesi’nin Diyarbakır bürosunda geçiyor hikâye. Senaryo, o yıllarda o büroda çalışmış olan Bayram Balcı’nın notlarından yola çıkılarak yazılmış. Yıllarca bizlerden nelerin saklandığını ya da neleri bilmemize rağmen sustuğumuzu görün bir kez daha. Cem Boyner’in söylediği sözler ne ki? Bölgede olup bitenleri canını ortaya koyarak haber yapmaya çalışan insanların nasıl sokak ortasında kafasına sıkıldığını görün. Ne uzun bir yoldur bu... Ne zor.

‘KÜRT HALKINA NELER YAPTIK’
Ne uzun bir yol bu. Özel Timci Ayhan Çarkın önceki gün BDP’nin Kazlıçeşme’deki Nevruz kutlamasına katılmış. Radikal’den Dinçer Gökçe ve Enis Tayman, Çarkın ile tarihi bir röportaj yapmışlar. Çarkın, muhabirlerin yazdığına göre röportaj sırasında ağlamış. Kontrgerillanın 90’ların başında yaptıklarını anlatırken kendisine “katil” demiş. 1993’teki ilk gidişimde Diyarbakır çarşısında güpegündüz kar maskesiyle dolaşan, insanın tüylerini ürperten, ellerinde Kalaşnikoflarıyla dükkânlara girip çıkan adamları hatırladım Çarkın’ın açıklamalarını okurken. “Ergenekon’dan kimse içeride değil” demiş Çarkın ve ağlayarak eklemiş: “Biz Kürt halkına neler yaptık.” Ne acayip bir yol aldık biz.

TUNCEL’İN TOKADI
Sebahat Tuncel, emniyet mensubuna tokat atmış. Savunacak değilim. Tuncel’in de savunacağını sanmam. “Ani bir refleksti” demiş zaten. Fakat muktedire yönelen en minimal şiddeti önemseyip öte yandan üniversite öğrencilerine, çocuklara sıkılan göz yaşartıcı gazı, atılan dayağı görmezden gelmek? Kız çocuklarının kafasını yere vura vura eylem dağıtan polise çıt çıkarmamak? Diyarbakır’da 2003’te yüzlerce çocuk, üstelik spor salonuna toplanıp işkenceden geçirilirken, ölen çocukların birinin kafatasından gaz bombası çıkarken bu kadar manşet olmamıştı gazetelerde. Tuncel tokadı savunmuyor ama o zaman Başbakan, “Kadın veya çocuk, ne gerekirse yapılacak” demişti. Sonra da özür dilediğini duymadım ben. Üniversiteliler attı diye yumurtaya nükleer silah muamelesi yapanlar, sanırım bu tokadı da aynı çifte standartla algılayacaklardır. Ne ise ne fakat sonuçta muhtemelen onlarca kez polis dayağı yemiş Sebahat Tuncel, şimdi meydanda polislerle bir milletvekili olarak karşılaşıyor. Ne uzun bir yoldu o yürüdüğümüz. O uzun yolları yürüdü bu ülke. Cenazelerle, cenazesiz ölümlerle, firarilerle, cezaevleriyle, ölüm oruçlarıyla, mezar taşlarına sarılan milyonlarca anneyle, linç edilen Ahmet Kaya ile... Ve şimdi onca yoldan sonra, TÜSİAD’da, zenginler kulübünde, yeni bir toplumsal sözleşme yapılmadan önce, yani kavilleşmeden evvel böyle cümleler sarf ediliyor, edilebiliyor. Bu da bana çok acayip geliyor arkadaş! Tuhafıma gidiyor.