Artvin Çoruh Üniversitesi Hopa İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi Topluluğu’ndan yoldaşlarımın daveti üzerine 17 Kasım tarihinde Trabzon üzerinden Hopa’ya geçtiğimi ve 18 Kasım tarihinde de Hopa yerleşkesinde ‘Toplumsal Barış ve Vicdani Ret’ başlığında bir konferans verdiğimi 20 Kasım tarihli demokrathaber.net sitesindeki köşemde yazmıştım. Bu makalenin yayına koyulmasından sonra çeşitli şekillerde değerlendirmeler, eleştiriler ve de öneriler aldım. Bu sürecin bana katkısı oldu ve de devam ediyor bu yönü ile. Bu iletişim ve tartışmalar birkaç şekilde devam ediyor. Devam eden bu süreci paylaşmak için bir kez daha bu konuyu yazmam gerekti. Hem eleştiri/katkılar ile makaleye yeni bir içerik vereceğim ve hem de bu iletişim ile öğrenmeye devam edeceğim.

Bu konferansın başlığı için birkaç önerim olmuştu ve Hopa’daki yoldaşlarım ile ‘Toplumsal Barış ve Vicdani Ret’ olmasını kararlaştırdık. 17 Kasım’dan bugüne yaşadıklarımızı da bir şekilde toplumsal barışın inşası için küçük bir çaba/emek olarak görüyorum. 20 Kasım tarihinde yayına giren makale için ilk eleştiri Hopa’da Ülkücü grup içinde yer alan bir kişiden geldi; “Neden böyle şeyler yapıyorsunuz. Geldiniz sempozyuma gayet iyi geçti, bizler sorduk siz cevapladınız. Ne kavga oldu nede bir şey. Neden yalan yanlış şeyler yazıyorsunuz. Ön kapıda beklerken biz arka kapıdan firar ettik diye. Kimse size en ufak bir şey demedi ki ayıp olmuyor mu? Orda benim soruma hala bir cevabınız olmadı milletin alkışlamasıyla yetindiniz zaten.” İlk makalemde konferans için İktisadi ve idari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi Topluluğu’ndan sosyalist öğrencilerin davet ettiklerini ifade etmiştim.

18’inde konferans için salona geçtiğimizde ülkücü öğrencilerden de yoğun bir katılım odluğunu gördük. Tabi sabah başlayan başka bir sürecin olduğunu sonradan beni davet eden yoldaşlarımdan öğrendim. Bu konferans için ülkücü öğrencilerin rahatsız olduklarını ve hatta içlerinden bir öğrencinin de üniversiteden bir öğretim görevlisine kaygılarını paylaştığını daha sonra öğrendim. Bu anlamda bende uyanan kanaat ‘ülkücü öğrencilerin konferansa provokasyon için katıldıkları yönünde oldu. Hatta bende bu durumu gözeterek bir anlatı içine girdim. Her devlet, şiddet, militarizm, toplumsal barış, vicdani reddi konuşmak ve hem de ülkücü öğrencilerin ani çıkışlarını engelleyecek bir anlatı içinde olmaya çalıştım.

Bu anlamda iki saat yaşadıklarım benim için bambaşka bir deneyim oldu. Bu anlamda aslında tam da toplumsal barışı konuştuk. Biz sol/sosyalist/anarşist yani bir bütün olarak sistem karşıtları için barış her zaman temel bir mesele, her zaman savaşlara karşı bir pratik ve de eylem hattı içinde olmaya çalıştık/çalışıyoruz. Ancak çoğu zaman bizler bizlere konuşur, kendimizi kendimize örgütleye çalışırız. Bu anlamda “bizim” dışımızda kalan büyük çokluk ile çoğu zaman bir tamasımız olmaz. Tabi böyle olduğu içindir ki; devletin ürettiği şiddet politikaları sonucu militer bir toplum ile hep karşı karşıya oluruz. Hopa’daki konferansta da; “bizler ata erkil bir toplumuz” cümlesinin ardında gelen devlet/erk/erkek merkezli şiddeti onaylayan bir yaklaşım gördük. Ancak bunu düşünen birey ve de topluluklar ile çatışmalı bir tartışma içinde olmayı önemsiyorum. Bunun için yukarıda paylaştığım eleştirileri dikkate alıyor ve de üzerinden düşünüyorum.

Teorik tartışmaların devam etmesini olumlu buluyorum. Ancak bu durum benim üniversite kampüsünün arka duvarlarında kaçtığım gerçeğini değiştirmez. Hemen hemen bütün üniversitelerde ülkücü gençlik ve polisin birlikte çalıştığını bilmeyen yoktur, buna ülkücü gençlik de dâhildir. Yazdığım yazından dolayı devam eden ikinci bir tartışmada; birlikte çalıştığım arkadaşlarım “Karadeniz’in dağlık alanlarında daha çok Hemşinliler, kentlerde ise Lazlar yaşarlar, Hemşinlilerin kökeni Ermeni, Lazların da Rumdur dediler. Lazlar, yani kentlerde yaşayan Rumlar, dağlık alanlardan yaşayan ve kente gelen Hemşinlileri, yani Ermenileri sevmezler, hatta şiddet uygularlar. Hatta kentlerde yaşayanlar, dağlık alanlarda yaşayanlara “kara kafa” derlermiş/hatta demeye de devam ediyorlar.“ Biçimindeki paylaşımıma gelen eleştiriler oldu. Bu konu benim için de yeni bir konuydu, onun için kesin bir bilgi değil de bir anlatı olarak yer verdim. Bir yoldaşım bu konuda; “dağda da şehirde de Lazlar ve Hemşinliler iç içe yaşarlar. Öyle abartılı bir şiddet hikâyesi yoktur… Mikro anlamda ülkenin herhangi bir köşesinde yaşanabilecek kadar milliyet rekabeti, (kürtler-zazalar, gürcüler-çerkesler, ermeniler-yahudiler vs) hopa’da da yaşanmaktadır”

Bir kez daha yaşayarak deneyimleyerek yaşıyoruz; bütün farklılıkları ile bir arada barış için bir toplum için hepimizin yapması gereken/yapacağı çok şey var, bunu her zaman durduğumuz yeri, dilimizi, politikalarımızı yeninden yeniden düşünerek, kurarak yapabiliriz. Zor alan bu olsa da bunu yapmak zorundayız… Bir şekilde şimdiye kadar bir iletişim/tartışma içinde olmadığımız yapı, grup ve bireyler ile bu süreç devam edecekse anlamlı olacaktır. Farklı politik yapılardan doğru bir çatışma, tartışma elbette olacaktır, olmalıdır da, ancak bütün bunları şiddetsiz bir biçimde yürütmek zorundayız. Hopa’da yaşadıklarımızı bu anlamda önemsiyor be bu kez de Ülkücü Gençliğin TOPLUMSAL BARIŞ’ ı bir kez daha tartışmak için davet etmelerini bekliyorum.