Hükümetin Afyon’a vali tayin ettiği kişi, “Burada içki içmek yasaktır” anlamına gelecek bir uygulama başlatmış. Başlatır. İlkin Başbakan böyle bir konuda en harbi duygularını dile getirmişti. Geçenlerde bir bakan da içkiyle mücadele etme gereğini belirtmişti. Türkiye’de zaten yemek yerken yanında bir içki içebileceğiniz yer bulamadığınız bir yığın “il merkezi” var. Afyon zaten yarı yarıya böyleydi. Eh, şaşacak önemli bir şey yok demek ki.


Şaşacak bir şey olmadığını birkaç gün önce ben kendim yazmıştım. Tayyip Erdoğan, toplumun hayat tarzına müdahale etme zamanının geldiğine karar verdi. O bu kararlılığını sürdürdükçe, bilumum “Afyon valileri” de ellerinden geleni yapacaklar.


Tayyip Erdoğan, “hayat tarzı”yla birlikte sanata, estetiğe de karışacak, yön verecek. “Ben bunlara yön vermeye acaba ehil miyim?” diye düşüneceğini, ehliyetinden şüphe edeceğini sanmıyorum. O zaten olabilecek en “yüce otorite” adına düşünüyor, karar veriyor. Şimdiye kadar, bunca taşlı topraklı siyaset yolunda ayağı takılmadan ilerlediğine göre böyle bir ülkede, “otorite” de onu kolluyor demektir.


Kars’a gitti, heykele “ucube” dedi. Heykel toz oldu gitti. Bu davranışın Budha heykeli yıkan Taliban davranışından farkı neydi? Haksızlık etmeyelim : “heykelse zaten günahtır, yıkılmalıdır” diyen zihniyetle “bu çirkin bir heykel olduğu için yıkılsın” diyen zihniyet arasında bir fark vardır. Ama bunun “çirkin” olduğuna karar verme yetkisi nereden geliyor? Birisi de –örneğin ben– Taksim’deki anıtın ya da Sarayburnu’nda durup denize sinirlenen Atatürk’ün “çirkin” olduğunu düşünebilirim. Ne olacak? Bunca yıldır orada durmuş bu heykeller yerinden kalkar mı, falanca beğenmedi diye.


İslâmcı siyaset bu ülkede ilk kez Milli Selâmet’le başladı, ilk seçiminde bir koalisyona girmeyi başardı. Ecevit’le hükümet kuran Erbakan’ın ilk başarısı, Karaköy’den Gürdal Duyar’ın heykelini kaldırtmak oldu. Oldukça modern anlayışta yapılmış ve bir kadın olduğu “izlenimi veren” bir heykeldi bu. Erbakan ve onun gibi “bakan”ların kaldırtma gerekçesi de “çıplak bir kadın” olarak “müstehcen” olduğuydu. Kadın olduğunu da, çıplak olduğunu da, anlamak için epey bir hayal gücü gerekiyordu bence, ama Erbakan ve arkadaşları belli ki “sanat” karşısında çok daha duyarlı ve keskin kavrayışlı oldukları için, Gürdal Duyar’ın kötü niyetlerini hemen keşfetmişlerdi.


Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın Kars’taki celâdeti türünün “ilk” örneği değildir.


Bir Arap bankası da Karaköy’de satın aldığı binada, bir niş içinde duran Meryem Ana heykelini söktü, ortadan kaldırdıydı. Hukuken karışık işler : mülk sahibinin hakları, falan. O bankanın işe başladığı ülkenin dini heykel sanatını yasak edebilir, bana ne. Ama benim kentime gelip benim görmeye alışık olduğum bir nesneyi ortadan kaldırmaya ne hakkı var? Böyle bir hak olabilir mi?


Belki Tayyip Erdoğan Kars’taki ucube gibi iri kıyım düşmanları yerle bir etmenin verdiği cesaretle İstanbul’a gelip Santa Maria’nın Meryem’ini veya Zografos Pasajı’nın ya da Londra Oteli’nin ya da Alkazar’ın karyatidlerini ve hattâ Zografion’un Sfenks’ini de sökmeye kalkışabilir. Bunlar, mutlaka, dindar bir gençlik yetişmesine olumlu katkıda bulunur. Bu dindar nesil de Türkiye’nin bütün sorunlarını çözer. Her evli çiftin en az üç çocuk dünyaya –pardon, Türkiye’ye, zaten aynı anlamda– getirdiği, ama bunların hiçbirinin içki içmediği, tiyatrolarında cinsel espriler yapılmayan, güler yüzlü bir toplum oluruz.


Adı “afyon” olan bir ilde içkinin yasak olması sizce nasıl bir espri?