Ötekileştiren dil kullanma açısından Başbakan Erdoğan’dan daha usta kimse yok. Hemen hemen her konuşmasında, mutlaka ama mutlaka, toplumun ya bir kesimine ya da bir bireye karşı bunu fütursuzca yapmakta. Toplum içinde muhalif, iktidara eleştiri getiren, verili olanı beğenmeyen ya da ‘başka da olabilir’ diyen kimler varsa bu dil saldırısının mağduru olmuştur. Geçmişten beri Türkiye’de en yapısal sorunlardan biri olan 'kendinden olmayana hak görülen şiddet'i bu şekilde üreten, bu ülkedeki medyada en çok görülen insandır. Böylesi bir iklim, toplumu germekten öte bir işleve sahip değildir. Bunu yaparken beklentisi de vardır elbette Tayip Erdoğan’ın. Onlarca yıldır üretilen eril bir zihniyet var, bu zihniyet bir zehir gibi topluma zerk edilmiş durumdadır.

Karşıtı olarak gördüğü/gördükleri üzerinden bir şiddet üreterek kendisine bir yer edinme Türkiye toplumunda en çok görülen olgudur. Bir yerde kendisi ile başkasını birlikte görme, onun başka olduğu bilinci ile bir birliktelik kurmak yerine bu başkalık üzerinden kendisine bir konum edinme durumu vardır. Türkiye toplumunun en basit özelliklerinden biri budur. Milliyet olarak kendisini yüceltme, inanç olarak kendisini yüceltme; bundan olmayanları ise tamamen yermek üzerinden bir şekillenme. Bu yerme halleri çoğu zaman ciddi şiddet manzaraları da açığa çıkarmaktadır. Bu şiddet olayları devletin kendisinin örgütlediği ve kolluk kuvvetleri ile hayata geçirdiği Gazi, Rosboski katliamları gibi, kendisinin örgütlediği ve Türkiye halkını kullandığı –Çorum, Sivas olayları, Madımak katliamı- acı gerçekleri de içermektedir.

Ötekileştiren bir dil üzerinden kurulan bu süreç ilerleyen safhalarda başka başka haller almaktadır. Bu gerçek orta yerde dururken bir kez daha Tayip Erdoğan aynı siyaseti izlemeye başladı. Özellikle de seçimler öncesinde bu taktiğe çok sık başvurduğu bilinen bir gerçek. Geçmiş bütün seçim çalışmalarında da bunu görmek mümkün. Keza son seçiminde de aynı planı hayata geçirmeye başladı. Kendisini Çankaya Köşkü'ne götürecek yolu da şiddet ile örmeye başladı. Bunu son birkaç gündür HDP’nin durması gereken yeri işaret ederken yapıyor. Bu, aynı zamanda tarihe de bir göndermedir. Tansu Çiller Başbakan iken “TBMM terör yuvası haline gelmiştir” diyerek Kürdistan halkının seçilmişlerini devlet şiddeti ile karşı karşıya bırakmıştı. Zaman farklı olmasına rağmen Tayip Erdoğan bir yerde o geçmişe işaret etmekten geri durmuyor.

Bir yandan kendisi böylesi bir dil kullanırken, diğer yandan ise bağlaşıkları Diyarbakır’da dernekleri, kafeleri basıyor, sokakta kadınları linç ediyor. HÜDA-PAR’ın son günlerde Diyarbakır’daki pratikleri Tayip Erdoğan’ın dili ve politikalarından bağımsız değildir. Dilde uyguladığı şiddeti devlet/kendisinin beslediği paramiliter gruplar ile de sokaklarda sahneye koyuyor.

Neden bu kadar saldırgan bir hal aldı?

Çünkü Selahattin Demirtaş bu ülkede korku iklimi, ötekileştiren dil, “benden olmayan cehennem olsun” yaklaşımının tersine; 'ne kadar faklı isek o kadar dayanışma ve birliktelik kurmak mümkündür' diyor. Demirtaş ötekileştiren değil, bütün “ötekileri” bir dayanışma içinde birlikte olamaya çağıran bir dilin sahibi.

Hiçbir şekilde Kürt Özgürlük Hareketi ile daha önce politik bir ortaklık kurmamış insanlar bile Tayip Erdoğan’ın şiddet üreten, ötekileştiren dili karşısında Demirtaş’ın dayanışma ve özgürlüğe çağıran dili karşısında kayıtsız kalamıyor. 'Toplumun üzerinde yükselen otoriter, anti-demokratik, bürokratik ve cinsiyetçi devlet anlayışının başında oturan bir cumhurbaşkanı olmak için aday olmuyorum' diyen Demirtaş’ın bu sözleri çok farklı insanın duygusal  ve de düşünsel atmosferinde ciddi bir etki yaratıyor. Türkiye’de şimdiye kadar hiçbir şekilde devletin yönetimini halk ile paylaşmak için bir adım atan lider olmamıştır.

“Kadın, Gençlik, Engelliler, İnanç Grupları, Farklı Kimlik ve Kültür Grupları, Çiftçi, İşçi ve Emekçi Meclisleri olacak. Böylece yetkileri arttırılmış bir makam yerine, halkın yetkisinin arttırıldığı bir devlet yönetiminin güvencesi olan Cumhurbaşkanlığı dönemi başlayacak.”

Bu söylem ve de politikalar devletin kendisine şiddet ekerek mecbur bıraktığı toplum için çok başka bir şey söylüyor. Bu başka şey de Tayip Erdoğan’ı ciddi bir şekilde kaygılandırıyor.

“Türkler, Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Rumlar, Êzidîler, Süryaniler, Keldaniler, Araplar, Çerkezler, Lazlar, Pomaklar, Romanlar, hep birlikte demokratik ulusu oluşturmaktadır. Her türlü tekçilik son bulacak, yerine çoğulculuk esasına dayalı bir anlayış egemen kılınacaktır.”

İşte şimdi başta Tayip Erdoğan gibi miler zihniyetlerin ürettiği şiddet iklimine karşı ortaklaşa ve dayanışma ile üretilen başka bir dil var. Bu süreci iyi anlatmalı. İyi anlatınca mutlaka bir karşılığı olacaktır. Gezi sürecinde insanlar Erdoğan’ın o tekçi, otoriter, 'her şeyi ben bilirim' buyurganlığından, kendisini beğenmiş küstahlığından bıktığı için aylarca eylemleri ile sokakları yaşam alanı bildi. Bu coğrafyada şiddet iklimi dışında başka bir gerçek var; Demirtaş bu gerçeğe dokundu. Bunu büyütmek, daha görünür kılmak, daha büyük bir emek ve de çaba ile mümkündür. Yarınların, 'daha çok özgürlük, dayanışma' diyenlerin olması için her birlikte emek katmaya, çalışmaya…