Türkiye’de bazı isimler sorunların adeta markası haline geliyorlar.

Bunu kendileri istemiyor orası kesin.

Bunu yaratan belki medya, belki kamuoyunun ilgisi, belki de geniş çevreleri.

Ama kesin olan problem, onlar gündemden düştüğünde sorunlarının da bir kez daha dile getirilmemesi.

 

Mesela Güler Zere olayı.

Ölüm döşeğindeydi Zere.

Hasta tutukluların sembolü haline gelmişti birkaç yıl önce…

Medya kendinden beklenmeyecek şekilde vicdanlı davrandı onunla ilgili haberlerde.

Kim bilir belki de bunun nedeni, bozuk saatin bile günde iki kere doğruyu göstermesiydi.

Sebebi her ne olursa olsun kamuoyu baskısı ile Cumhurbaşkanı’nın özel affıyla özgürlüğüne kavuştu Zere yaşamının son günlerinde…

Rahat bir nefes aldık hep beraber…

 

Bir başka konu ise Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasıydı.

Onlar medyanın içinde, çoğumuzun doğrudan ya da dolaylı arkadaşlarıydı

İstanbul’un plazalarında çalışıyorlardı veya çalışan arkadaşları vardı.

Bu nedenle de gündemin ön sıralarına yerleşmeleri Güler Zere’den daha hızlı oldu.

Operasyonun ilk anından itibaren gözler üzerlerine çevrildi.

Uzun zaman sonra ikisi tahliye edildi.

Bir kez daha nefes aldık.

 

Son örnek ise Prof. Büşra Ersanlı.

O da hepimizin yakından tanıdığı bir akademisyen.

KCK soruşturması kapsamında tutuklanması hızla tepki topladı.

Devletin zirvesine kadar intikal etti tartışmalar.

Hatta son olarak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bile dile geldi, “terörist olduğuna inanmıyorum” dedi.

Sonunda o da tahliye edilenler arasına girdi.

Yine yeniden nefes aldık.

 

Peki sadece onlar mıydı acıları omuzlayanlar? Sembol isimlerin sorunları çözülünce problemin kendisi de ortadan kaybolmuş muydu ki?

 

Hala onlarca belki de yüzlerce ölüme mahkum tutuklu yok mu Güler Zere gibi af bekleyen?

Ya da Şık ve Şener çıksa da hapisten hala 90’ın üzerinde tutuklu gazeteci yok mu Türkiye’de?

Son olarak Prof. Büşra Ersanlı özgürlüğüne kavuşsa da KCK’den “terörist” olmamasına rağmen yüzlerce kişi tutuklu değil mi hala sudan sebeplerle?

 

Bana bu soruları hatırlatan KCK sürecinde Mahmut Alınak’ın tahliyesi edilmesi oldu. Ersanlı’nın ardından KCK dosyasını kapatanlar belki onunla birlikte bir kez daha hatırladılar içeride hala “birilerinin” olduğunu…

 

Ne de olsa Alınak o yukarıda zikrettiğim isimlerin arasına girmedi hiçbir zaman. Medyada uzun uzadıya tartışılmadı onun durumu. Ya da devletin zirvesine akıbeti sorulmadı asla. Sessiz sedasız kaldı medyanın büyük bölümü onunla ilgili. Bir eski milletvekili, aydın, insan hakları savunucusu, Gençler Ölmesin Ocaklar Sönmesin Girişimi Sözcüsü ve yazar olmasına rağmen…

 

Tahliyesinin bendeki etkisiyse yukarıda saydığım isimlerden daha fazla oldu açıkçası. Ne de olsa kamuoyu görmezden gelse de, elimden geldiğince milletvekilliğinden hapis sürecine takip ettiğim, samimiyetine sonuna kadar inandığım Alınak’tı cezaevinden çıkan, ailesine kavuşan. Ve sonrasında aklıma yukarıdaki sorular takıldı işte: İçimde anlık umut yeşerse de bu yersiz değil miydi aslında?

 

Alınak bugün dışarıda olsa da yeniden içeri girmeyeceğine kim taahhüt verecek ki? Ya da isimleri kamuoyu tarafından bilinmeyen yüzlerce kişinin geleceği ne olacak? İsimlerini bilmediğimiz, yakından tanımadığımız için onların tutukluluklarına sessiz mi kalacağız?

 

Bu soruların ardından kimsenin ailesinden, sevdiklerinden kopartılmadığı, görmediği iddianamelerle yargılanmadığı, aylar sonra ilk duruşmasına çıkmak zorunda kalmadığı günler dilemekten başka şansımız yok… Peki ne zaman gelir “o gün” derseniz? Tek bildiğim o günün bugün olmadığı…