Bazen yazımı lütfedip okuyan arkadaşların, yazdığım konuda önerimin ne olduğundan bahsetmemi istediklerini görüyorum.. Ben politikacı, gazeteci, fikir önderi değilim… En az okuyucu kadar çok, hayata dair soruları olan bir kulunuzum yalnızca.. Dolayısıyla vardığım bir sonuç yok, sorarak belki yardımınızı istiyor olabilirim ama öneride bulunmak benim işim değil, haddime de düşmez..O kadar akıllı değilim, bu yüzden yazdığım bir şeye kızıp ‘ne kadar kitap okudun , önerin ne senin’ gibi eski model sözde sorularla yapacağınız eleştiriler bana bir şey katamıyor..Hiç kitap okumadım, bir önerim de yok.. Hasbelkader yazıyorum o kadar…

Bu yazı da sabah bana vapurda, beyoğlu’nda üniversitede özgürlük istiyoruz platformu öğrencilerinin taleplerinde kendimi ne kadar bulabildiğimi sorup (dilime, başörtüme dokunma) yapılan işi böylece eleştirmiş olan ‘sol’cu arkadaşıma belki bir yanıt olsun diye yazılmıştır, alınmasın gücenmesin tüm cevap onun kimliğine ilişkin değildir, o sadece soruyu sorarak sembolleşmiş bir metafordur…

Sorunun kendisi benim açımdan şaşırtıcıydı… Ne cevap vereceğimi önce kestiremedim -derhal adımı fettullahçıya çıkarmak konusunda çok mahirler tümü de- evet benim ne dil ile ne de başörtüsü ile ilgili yaşadığım bir sorun yok bu ülkede, rengim beyaz, saçlarım ortada savruluyor, dilim türkçe.. Bu soruyu sorduran cesaretin sebebi sanıyorum bunlardır.. Evet ‘ben’im hiçbir sıkıntım yok ..

Başörtüsü meselesini ya da mağdurlarını  -önemsemediğimden değil, lütfen yanlış anlaşılmasın- ayrı tutarak madem bugün Özgür Gündem gazetesi ile başladık güne, dilime dokunma talebi ve arkası ile ilgili bir iki şey söylemek istiyorum:

Arkadaşım; birilerinin sıkıntısı var; epeyce büyük bir nüfusu türkiyenin, bu taleple kendilerini ifade etmiş oluyorlar..

Bu birilerinin ablalarının, ağabeylerinin uzun uzun yıllardır benzer talepleri dile getiremeyen çığlıklarının dağların yüksek tepelerinden aşağı doğru atıldığı gerçektir… Bu birilerinin adına yazmaya çalışanlar, gözlerimizin önünde hem de 12 eylül darbesinden sonraki yıllarda, siz darbe ile hesaplaşma peşinde koşarken demokratik cumhuriyetinizde sokak ortalarında çatır çatır öldürüldüler.. Türkiye sol hareketleri olarak ne kadar tepki gösterebildiniz bu ölümlere, faili meçhullere… Ortalığı derin dumanlara ve sise bulamış, hukukçularının, basınının, solcusunun, sağcısının, alevisinin, sünnisinin bağıra bağıra sesini kıstığı ergenekon operasyonları ile en çok neden kürtler ilgilendi, beklenti içine girdi hiç düşündünüz mü? Beklentileri boşa çıkarılırken bile sesinizin çıkmadığının farkında mısınız.. Beklentilerine cevap verilmemesi için neler yaptığınızın farkında mısınız?.. Küçümseyerek, alay ederek açmaya başladıkları asit kuyularının üstünü ne kadar çabuk toprakla geri geri doldurmaya çalıştıklarını fark etmiyor musunuz?..

Demokrasi, düşünce hürriyeti, yaşam hakkı, nefes alma özgürlüğü, adil yargılanma hakkı, cuntacılardan hesap sorma hakkı, 12 eylülle hesaplaşma hakkı… Pek sevdiğimiz soyutlamalar, ama soyutlamalar… Burnumuzun dibinde hala devam eden 12 eylül rejimi , şehirlerdeki mahkemeleri tartışırken biz, elinde ceza kitabı bile olmayan hakimlerin savcıların ‘ adalet’ dağıttıkları mahkemeler var ‘doğu’da.. Aylarca yıllarca içeride yatırdıkları gazeteciler var, politikacılar var, çocuklar var, yaşlılar var..

Yaşam hakkına kutsallık atfeden modern anlayış sol tarafından bile kutsallığı bağlamında sorgulanmaz bir hak iken, siz ülkenin bir yarısında yaşayan insanların halen ve sıklıkla sebebi kendilerinde saklı şekilde imha edildiğine kayıtsız kalmakta ısrarcısınız, meseleye hala kürt meselesi demekte ısrarcısınız, ülkeyi bölenin kendi ifadeniz olduğundan bile habersizsiniz.. Bu ülkenin sınırları içinde ve kutsal bayrağınız altında insanlar hücre evlerinin dışında, sokakta, silahları olmaksızın ölü ele geçiriliyorlar, bunlara kayıtsızsınız… Ve bana beyoğlunda yürüyen gençlerin ne kadar beni ifade ettiğini soruyorsunuz.. Ben de bu anlayışa soruyorum; sizi kim ifade ediyor.. Bizi kim ifade ediyor, hangi mazlum bizim mazlumumuz, hangi mağdur sahip çıkılmayı hak ediyor, hangi gazeteci korunmaya değer, hangi dildeki ölüm diğerine üstün, hangi faşizm diğerinden daha bize yakın..

Bugün, Özgür Gündem gazetesi yıllar yıllar sonra sembolik ismiyle yeniden yayın hayatına girdi.. Bir gazeteye ihtiyaç duyduğumuzdan mı -zaten yeterince doyurucu objektif haber aldığımız gazete var solda değil mi- hayır, hiçbir şey değilse bile özrümüzü samimiyetle dileyemediğimiz o gencecik, sokak ortalarında öldürülmüş çocuklara bir vefa borcunun ifası gibi değerlendiriyorum gazetenin yayın hayatına tekrar başlamasını.. Hoş geldiniz demek istiyorum onlara.. Yazarlarının ismini çoktan aşmış, bu memlekette bırakın ki karnından konuşmayı, susmakta bile biz şehirlilerin ürktüğü bir dönemde kelle koltukta onlarca insan on sayfalık bir gazeteyi mümkün olduğu kadar çok insana ulaştırmak için uğraştılar, öldüler, öldürüldüler.. Genç yaşta sokak ortasında, faillerini kimsenin merak etmediği, herkesin bildiği ama kimsenin birbirine bile demediği kirli cinayetlerle öldürüldüler…

Kaç kişi rahatsız oldu bundan, kaçımız demokrasi ve düşünce hürriyetinin peşine düştü, beyoğlunda yürüdü, siteler açtı.. En solumuzdan bakanımız bile, bir mücadelenin içinde karşı saldırı ile yok edilmiş şehitler muamelesi yaptık gencecik çocuklara.. Bugünden baktığımızda aslında görüyoruz ki onların hiçbiri silahlı mücadelenin silah tutan parçaları değildi, tümü de sadece yazmak ve yazılanı yaygınlaştırmak peşinde, en az şehir yazarları kadar gazeteci idiler… Öldürüldüler..

Vapurda çayımızı içerken bir iki gazete manşetine bakıp ciddi sorular sormak değil, susmanın da bazen bir değerinin olabileceğini bilmek gerek…

Susmak zamanında işlediğimiz ağır bir suçtu ama şimdi elzem olandır bazılarımız için…