On yıl kadar önceydi…

Yarın ne yapacağı ve nerede olacağı konusunda bile hayatına tek bir planı oturtmamış bir kadın 34 yaşında gebe olduğunu öğrendi. Tabi ki önce bu 'hastalık ve engelleyici' durumdan kurtulmayı düşündü, bir iki gün sonra arzusu salgıladığı hormonlarla kapışmaya başladığında 10 haftalık yasal kürtaj süresini doldurmak için kendini nasıl da oyaladığını fark etti. Büyük olasılıkla hayatının bir döneminden sonra babasından uzakta, kendi başına büyütmek zorunda kalacağı küçük bir çocuğu belki sadece bu inadı yüzünden doğurmaya ve dünyaya bir kez daha -kendi duruşuna göre- meydan okumaya karar verdi.

Dokuz ay kustu, üç öğün yemek yediği görülmedi, dokuz ay çalıştı, artık adliyelerde hakimler 'ne olur bir an önce gidin yoksa salonda doğuracaksınız' diyene kadar. Çalışmaya ara verdiğinin hemen ertesi günü bebek alışverişi yapmadan uğradığı müvekkili tarafından hastanede acilen doğuma alınacağı haberi verildi, doğuma girdiğinde bebeğin üzerine giyecek ve üzerine örtecek hiçbir şeyi yoktu hala.

Uyandığında çevresinde on onbeş tane arkadaşı dikiliyordu, bir de memesine yapışmış kapkara çalı saçları olan bir insan yavrusu. Çoğu erkek olan arkadaşları eğlendirdi onu, insan yavrusu şaşırttı ve korkuttu, zira o kendisi gibi sarı saçsız bir şeyle karşılaşmayı ummaktaydı. Sabaha kadar hiç uyumadı o gece, yanında insan yavrusu onu izliyordu, o insan yavrusunu. Bir eline sığacak kadar küçük, içinden çıkan bir canlı organ, ve şimdi gözlerini açıp açıp ona bakıyordu, beni sevecek misin beni sevecek misin der gibiydi. Cevabı o da bilmiyordu henüz, öğrendiği bir şey değildi bu onun.

Bebeğini alıp evine döndüğünde, hayatında ilk kez soba yaktı, kısa zamanda belki birkaç saatte en kısa zamanda evi ısıtabilmenin, sobayı en doğru şekilde yakmanın yolunu buldu, kısa sürede suyu kaynatıp aynı ısıda sabitlemeyi, konuşamayan birinin ne istediğini, nasıl uyumaktan hoşlandığını ve bir dolu şeyi.

Sonra ve sonra dünyaya okuduğu meydan büyüdükçe kendisinin kanadının kolunun nasıl da kırılıp kırılıp uçamaz hale geldiğini, bebek büyüdükçe korkularının da onunla nasıl da büyüdüğünü gördü. Nasıl da yumuşadığını, nasıl da kimsenin evladına kıyılmaması gereken bir siyasi değişiklik içine girdiğini. Nasıl da her bokuma ağlamaya başladığını, belki yumuşadığını ama esas olarak uçamaz hale geldiğini. Hayatın çok bildiği alıştığı eski anlamından boşalırken, bir başka anlamlar ülkesine mülteci olduğunu.

Ve bir gün birden bire vücudunun her tarafında çıkan isyanın acıları ile uğraşırken, ama birden kendini de on yaşında hissetmeye başladığını fark ettiğini. İyi ki yaptım diyerek kimseye nispet yapıp tarihteki rolünü abartmadan, insan yavrularının da insanın, insanlık tarihinin kendine emanet bir parçası olduğunu düşündü. Yorgun ama yine de mecbur olarak, emekli ama tekrar çalışacak kadar enerjik çoğu…

Yarın Roza on yaşında olacak, bense o ve annesi için değiştirmek sevdasının peşindeyim. Olsun, hesap yapamadan yanında yürüdüğüm tek insan evladı, onu seviyorum ben. Ve kadınların çoğunu ve insanlık ailesinin uzaktan da olsa epeyini.

İyi ki kızım var.

Yorgun argın eve geldim ve yarın onu nasıl mutlu edeceğimi düşünürken buldum kendimi, dünyanın en önemli şeyi onun için yarınki doğum günü zira şu anda.

Ne güzel…