3 Ocak 2012 tarihli 2012/2 esas sayılı iddianame ile Tahsin Şahinkaya ve Kenan Evren hakkında 2 Ocak 1980 ve 12 Eylül 1980 ile 6 Aralık 1983 tarihleri arasında Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve anayasa ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek suçlarından dolayı açılan ve hepimizce 12 Eylül davası olarak bilinen dava; Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 18 Haziran tarihinde karara çıktı. Sağ kalan iki darbeci paşaya müebbet hapis cezası verildi.

351 sayfalık gerekçeli karar önümde, birkaç gündür arada bakıp duruyorum. Mesleğimin ilk yıllarında örgüt davalarında, yargılanan örgütle ilgili ilk bilgileri emniyet fezlekelerinden öğrenirdim, gerekçeli kararı okurken, yıllardır bildiğimi sandığım, bölük pörçük, dönem dönem okuduğum olayları tekrar okudum ve yargının gözüyle bu olayları nasıl değerlendirdiğini belki de ilk kez gördüm. Yani 12 Eylül öncesine döndüm (!)

12 Eylül darbesinin yasal zeminini hazırlayan süreç, 1960 yılı darbesinden başlayarak bu ülkede yaşanan olayların özeti geçilerek anlatılmaya çalışılmış, ve sonrasında da 1980 darbesini hızlandıran ya da darbecilerin yasal gerekçe olarak bize yutturmaya çalıştıkları olayların manaları üzerine mahkeme kafa yormuş, ya da zaten bizce bilinen bir sürü hakikati peş peşe sıralamış.

1979 yılında Kenan Evren’in komutanları ile birlikte kurduğu çalışma grubunun ülkede devam eden iç karışıkları bahane ederek darbe yapmaya karar verdikleri ve bunun için Türk Silahlı Kuvvetleri iç hizmet kanunu 35. maddeyi gerekçe olarak gösterdikleri kararda ifade edilmiş.

Özetle Kenan Paşa liderliğindeki cuntacılardan sağ kalan iki kişiye müebbet hapis cezası verildi. Bu paşaların memlekette darbe koşullarını hazırlayan bahanelerinin, tertibinde nasıl ustaca işler kotardıkları çoğumuzca bilinen olaylar, tertipçileri ve gelişimleri ile açıkça yazılmış.

Kararla iki paşaya mahkumiyet hükmü vermenin yanı sıra başka şeyler de belgeye kavuştu, devletin yargının resmi belgesine hem de. Cunta, cuntayı hazırlayan koşullar ve cuntanın yarattığı kurumlar tümü ile gayrımeşru ilan edildi bir anlamda.

Belki darbeci paşaların yargılanması ve darbe eyleminin cezalandırılması bir kısmımızın kısmen de olsa yüreğini soğuttu. Ama kararda da çekinilmeden ifade edildiği gibi, yarattığı hukuk, paşalarca anayasanın ilgası ile ortaya çıkan yeni anayasa ve rejim tüm kurumları ile alt yasaları ile bu ülkede 30 yıldır uygulanmakta. Antidemokratik bir biçimde kapatılan sendikalar, el konan mallar, üniversiteden atılanlar, öğrenciliklerini kaybedenler, meslekten atılan memurlar, işkencede sakatlanan, yitirilen insanlar ve bunların yakınları, anasız babasız ismini bile gizleyerek büyütülmüş çocuklar, yıllarca içerde yatmış ve beraat etmiş ya da gayrımeşru ilan edilen hukukça mahkum olmuş insanlar ve hala ortalıkta cezasını çekmeden hesabını ödemeden dolaşan işkenceciler, yöneticiler.

Bundan sonra ne yapacağız; cuntanın yarattığı tüm kurumlarla, yasalarla, işkencecilerle ve onların destekçisi yardakçılarıyla, YÖK yasası ile, en başta anayasa ile ve anayasadan cesaret alarak oluşturulan tüm kurumlarla teker teker sabırla ilmik örer gibi mücadele etmeyecek miyiz? Üşenip kenara mı çekileceğiz, herkesin dudak bükerek baktığı bir davayı iki yıl Ankara’da takip eden bir avuç mağdur ve yakını mıdır bu memlekette sadece cuntanın hayatını kararttığı. Maksimalist siyaseti bir kenara bırakıp artık tek tek o kanserli ve bizi öldüren vücudun tümü ile savaşmayacak mıyız?

Hadi devam edelim, bir şeyler yapalım, işimiz daha yeni başlıyor.

Not: Bu yazı Bas Haber Gazetesi’nin 12 Eylül’de çıkan sayısından alınmıştır.