Dünya ülkeleri demokrasi konusunda yarışırken, biz halen post modern sultanlık devrinde yaşıyoruz. Sultanımızın hikmetinden asla sual olunamıyor. Geçenlerde “Yeniden Asya Açılımı” ilan edildi sözgelimi. Fakat anılan bu açılım tam olarak neyi ifade ediyor, neyi açıyor, hangi siyasi pakta yaklaşıp hangisinden uzaklaşıyoruz, açılıma hangi ülkeler dâhil veya hangileri karşı çıkmış durumda, bu açılımın vizyonu, misyonu ve stratejisi nedir şeklinde binlerce soru havada kalıyor. Sokaktaki herhangi bir vatandaş bile, “yahu ne açıyoruz, nereye açıyoruz, nasıl açıyoruz” diye sorabilir, fakat herhangi bir karşılık alamaz. Gereken açıklamalar gerektiği zaman ve en kalbi bir şekilde, yine Başkanımız tarafından temin edilecektir muhtemelen.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilirken, Ak Parti grubunda Malatya Milletvekili Nurettin Yılmaz “bu paket, egemenliğin halk adına TBMM eliyle değil, tamamen Cumhurbaşkanı eliyle kullanılmasını getiriyor” demiş, başka birkaç eleştiri daha olmuştu. (Muharrem Sarıkaya, HaberTürk, 22 Aralık 2016). Getirilen eleştirilerin odak noktası, Meclis’in denetim yetkilerinin çok kısıtlanmış olmasıydı. Yeni sistem, Amerikan Kongresi’nin yetkilerini “Gazi Meclis”e vermemişti.

Yap-işlet-devret (YİD) sisteminde ana fikir finansmanın ve proje riskinin yüklenicide kalmasıyken, bizim ülkemizde bugün bu sistem rant dağıtım organizasyonuna dönüştü. Kefili devlet olunca, kafası biraz basanlar projeyi gösterip krediyi ilk yılları ödemesiz olmak üzere alıyorlar. Bu denklemde şirketin zarar etme şansı yok. Devlet hem finansmana, hem proje riskine kefil oluyor ve yüklenici tümüyle risksiz kalıyor… Malum olduğu üzere, iktidarımızın ve sevgili Cumhurbaşkanımızın başta muhalefet olmak üzere karşı çıkan herkesi aşağıladığı bir Türk tipi Yap-İşlet-(Hüplet)-Devret sistemi tesis edildi ve on yıllardır uygulanmakta. Egemen söyleme göre, devletin cebinden beş kuruş çıkmamak suretiyle bu büyük ve mega projeler tamamen beleşe getiriliyor ve halkın hizmetine sunuluyor. Buna itiraz eden veya kuşku duyanlar ise, geri zekâlılık veya hainlik ile itham ediliyorlar. Oysa bu da doğru değil... Uğur Gürses’in haberine göre, 2018 yılında otoyollar ve şehir hastanesi işletmecilerine devletimiz 8,9 milyar ödedi. 2019’un ilk 6 ayında ise 5,7 milyar lira ödeme yapıldı. Devletimiz olağanüstü hizmetlerini hayata geçirdikçe, bunların kabarık maliyetleri halkın her ferdinin cebinden çıkıyor. Sistemin “Hüplet” bölümünde kimlerin ve hangi ailelerin doğrudan ve/veya dolaylı olarak malı götürerek zenginleştiği ve sınıf atladığını ise artık hepimiz biliyoruz.

Bütçe açığını kapatmak için hükümet yeni kaynaklar aramaya devam ediyor. Yerel seçimlerden hemen önce Merkez Bankası'nın 33 milyar liralık kârının tüzük değiştirerek Hazine'ye erken aktarılması, ardından Merkez Bankası'nın kefen parası olarak da bilinen 21 milyar liralık ihtiyat akçesinin de Hazine'ye aktarılması için yasal düzenleme yapılması iktidarın kaynak arayışını karşılamaya yetmedi. Hazine'nin kasasına imar affı dolayısıyla yaklaşık 19 milyar liralık gelir aktarıldı. Ancak tüm bu kaynaklar uygulanan seçim ekonomisi ve plansız harcamaları karşılamaya yetmedi. Çeşitli başlıklar altında çıkarılan aflardan elde edilen kaynaklar da tükenince iktidar yeni kaynak arayışına girdi.

Öte yandan, Türkiye Müteahhitler Birliği (TMB) Başkanı Mithat Yenigün, bugün itibarıyla 800 bin ile 1 milyon arasında konut stoku bulunduğunu belirterek “Konutlar fon tarafından alınırsa sorun çözülmüş olacak. Fonu, Türkiye Emlak Katılım Bankası oluşturabilir.” dedi. Kısacası, devlet gelsin, elimizde kalan konutları üstelik indirimsiz olarak alarak bizi kurtarsın, demeye getirdi. Gerçekten oldukça yerli ve milli bir duruş, krizden çıkışın müthiş bir formül ve reçetesi. Ertesi gün ise Damat Bakan Albayrak cevabı yapıştırdı; “Konutta devletin sektörü kurtarmak gibi bir amacı yok…” Bunun yanında, yılbaşından beri ülkeye net döviz girişi 800 milyon dolar civarındayken, sadece yerlilerin döviz alışı 21,5 milyar doları aştı. Yerleşikler halen kendi milli para birimlerine güvenmiyorlar...

Süleyman Soylu 92 bin Suriyeliye vatandaşlık verilmiş olduğunu doğruladı. ABD'nin yinelemekten kaçındığı bir maliyet olarak aya insan göndermenin maliyeti 30 milyar dolarken, biz tamamen devletin resmi verilerine göre, geçici koruma sağlamış olduğumuz Suriyeli sığınmacılara 40 milyar dolar harcadık. Muhacir kültürünü besleyeceğiz diye, uzay çağına geçişi de ıskalamak üzereyiz. Kuşların göç yolları üzerine kurduğumuz ve sadece yolcu kapasitesi ile övündüğümüz üçüncü havalimanı orada dururken, Dubai’de yeni inşa edilen havalimanında 2030’lu yıllar gibi bir gelecekte uzay taşıtlarının inebileceği özel pistler de inşa ediliyor...

Çanakkale’nin Kaz Dağları bölgesindeki Kirazlı köyünde, Kanada firması Alamos Gold’un yerli ortağı Doğu Biga Madencilik altın madeni için on binlerce ağacı kesmeye devam ededursun, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın bir süre önce engin meydanlara coşkuyla haykırdığı sözler ne kadar da güzeldi; “Denizlerimizin kenarlarında, orman alanlarımızda, yani buraları betona, toprağa çevirme gayreti içerisinde olanlar var. Şu para var ya, nelere muktedir ya. Bu kapitalizm nelere muktedirdir ya. Orman morman ne var ne yok, kesip atıyor götürüyor, haa, oraya dikey mimari yapayım, orada da malı götüreyim. Yapılan iş bu. Yani doğa şöyle olmuş, böyle olmuş, umurunda değil!” (Metindeki anlatım bozuklukları tamamen saygıdeğer cumhurbaşkanımızın samimi üslubundan kaynaklanmaktadır).

Bu arada, Sayın Erdoğan yerli traktör projesini tanıtması sırasında milletinin tarlasına galoşla girerken, izinden gittiğini iddia ettiği Menderes inşaatta temel atarken, (altta) ayakkabılarından biri çamura bulanmıştı bile...