31 Mart gecesinin bir türlü bitmemesinden dolayı bu seçimlerin Türkiye tarihi açısından başka bir yere oturacağı çok aşikardı. Bu durum 7 Haziran 2015 seçim yenilgisini kabul etmeyip ülkeyi savaş yerine çevirerek 1 Kasım 2015 tarihinde kendi tablosunu istediği biçimde kuran AKP’nin bir kez daha yenilgiyi kabul etmemesinden başka bir şey değildi. Aslında seçime giderken birçok çevre ve kişiler “bunlar seçimle gitmeyecek”, “seçim değil boykot” yönlü düşüncelerini ifade etmişlerdi. AKP/MHP faşist koalisyonunun bütün baskı ve sindirme politikalarına rağmen sandık “hayır ben şiddet ve baskı değil, bir arada yaşamının yollarının araştırılmasını ve bu yolların bulunmasını istiyorum” dedi. Böylelikle de şiddet ekseninde geliştirilen “beka” söylemi ve siyaseti karşılık bulmamış oldu. Ancak faşist blok da “evet yenildim” demedi.

Aslında devletin hemen hemen bütün kurum ve de yapılarına yerleşmiş, tek partili devlet sistemine dönüşmüş bir pratik içinde başka bir şeyi, yani demokratik bir refleksi beklemek de ne kadar akla uygundur diye düşünmek lazım. Faşist iktidar blokunun 2023, 2071’e dair stratejik planları var. Bu planlara bir zamanlar “derin devlet” dediğimiz bütün yapı ve aygıtlar da dahildir. Bunda “Türkiye’de az biraz rahat/demokratik ortam oluşursa biz kaybederiz” düşüncesi yatmaktadır. Aslında durum tam da budur. Türkiye Erdoğan ve Bahçeli’nin düşünce ve politikalarının, beklentilerinin toplamı değildir.

İşte bütün bunları görüp buna uygun bir siyaset geliştirilebilir miydi? Aslında burada 7 Haziran 2015’e dönmekte fayda var. O seçimlerin sonuçları Türkiye gerçeğiydi. İnsanlar baskı, şiddet, korku siyaseti değil, bir arada bir şekilde yaşamanın yoluna bakmak istiyorlardı. Ancak siyasetin aktörleri buna uygun bir pratik içine giremediler. Hem HDP ve hem de CHP 7 Haziran sonrasında etkili bir siyaset yürütemedikleri için 1 Kasım yaşandı. Ve o tarihten sonra da şiddet sarmalından çıkamadık. Aslında sandık sadece bir gösterge, büyük tablonun sadece küçük bir parçası. Etkili, ortak, barış ve bir arada yaşama odaklı siyasetin geliştirilememesinin en önemli sebeplerinden bir tanesi CHP’nin açık, demokratik bir kimlik ve siyaset edinememesiydi. Bütün karşı söylemlerine rağmen pratik olarak AKP/MHP faşist bloğunu beslemekten öteye geçemedi.

YSK kararından sonra dün gece Ekrem İmamoğlu’nu izledim. Aslında 31 Mart seçimlerinin en büyük aktörü İmamoğlu oldu. Kendisine oldukça pozitif, iyi söylemler ve beklentiler yüklendi. Geldiği toplumsal yapı, içinde büyüdüğü iş hayatı, Beylikdüzü şehirleşme pratiklerinden dolayı çok da içime sindirdiğimi söylemem, ancak kendisini izlemenin de iyi olacağını düşündüm. Bütün seçim kampanyası sürecinde iyi bir dil tutturdu. Ve bence en önemlisi CHP’nin içinde bulunduğu yenilgi halleri ve psikolojisine hiç girmedi. Doğrudan, sokaklara, insanlara dokunarak bir seçim kampanyası yürüttü. CHP’nin hiç olmadığı kadar emekçi bir süreci yaşandı. Özellikle de 31 Mart gecesi duruşu ile kendisine dönük pozitif söylem ve beklentileri boşa çıkarmadı, aksi takdirde birisi çıkıp bir kez daha “atı alan Üsküdar’ı geçti” diyecekti.

YSK kararı Türkiye’de barış eksenli siyaset ve barış diyen birey ve kesimlere karşı alınmış bir karardır. Bu karara ciddi bir karşı tepki var, ancak bu tepki CHP tarafından seçimlerde faşist blok tarafından gasp edilen HDP belediyeleri için gösterilmedi. AKP/MHP faşist blokunun HDP üzerindeki baskı ve şiddetine dair çok da bir açıklama yapmadılar. Bu arbede içinden çıkmak için tarihin zoru bir şeyi öne çıkarıyor. Bu ülkede Kürdün, Alevinin, demokrat, vicdanlı ve sosyalist Türk’ün, Ermeni’nin bir arada yaşama imkanı ve ihtimali zaman zaman cümlelerin içine yerleştirilmiş iyi niyetlerden çok dahasını istiyor ve hak ediyor.

Yukarıda ifade ettiğim gibi İmamoğlu ile CHP içinde onurlu ve inançlı, kararlı duran bir kesim var. Bu arada yıllar sonra Öcalan’a dönük tecridin kaldırılması değil ama, avukatları ile görüştürülmesi de önemli bir durum. Buradan AKP ve HDP 23 Haziran seçimleri için ortaklık yapacak gibi bir yere gelmenin siyaseten bir karşılığı olabilir ancak ahlaki ve vicdani bir karşılığı yoktur. AKP/devlet böyle bir beklenti içinde olabilir, ancak bugün için bunun karşılığı yoktur.

Demokratikleşme eksenine giren bir Türkiye’de ancak içeride ve dışarıda tecridin kaldırılmasıyla “Kürt Sorunu”nun demokratik ve barışçıl çözümüne dair konuşulabilir, siyaset üretilebilir. AKP bu imkan ve ihtimali 7 Haziran 2015 gecesi “siz bundan sonra ancak barışın filmini çekersiniz” cümlesi ile bitirmişti. HDP’de 31 Mart seçimlerinde geliştirdiği politika ve strateji ile Türkiye’de demokrasi güçlerine en büyük desteğini vererek AKP’nin kaybetmesinin en büyük belirleyeni oldu. HDP bunu Türkiye’nin demokratikleşmesi ihtimali için yaptı. CHP’ye rağmen CHP’ye bu şekilde kazandırdı.

İşte şimdi İmamoğlu ve CHP İstanbul il örgütü şahsında sandık oyunlarına karşı gelişen kararlı duruş etkili bir politikaya dönüşecek mi buna bakmak lazım. Diyarbakır’a, Mardin’e, Van’a kayyum atandığında susan CHP İstanbul’a kayyum atandığında durumu başka görmeye başlamış mıdır? 23 Haziran için geliştirilecek karar ne olursa olsun halkların, emeğin, kadınların, demokrasi güçlerinin beklentisini karşılayacak etkili bir siyaset ile onların kazanmalarının önüne geçilebilir.

Demokrasi, “ama”, “fakat” ve “acaba”lar ile gelişmez, gerektiğinde bedelini de göze alacak kararlı duruş ile gelişir ancak. Kürd’e, Alevi’ye, Ermeni’ye demokrasinin olmadığı bir ülkede kimseye demokrasi olmaz.

KURTULUŞ YOK, TEK BAŞINA, YA HEP BİRLİKTE YA HİÇ BİRİMİZ!