AKP- MHP iktidarı oldukça zor günler yaşıyor. Ekonomik krizle baş edemediği gibi, salgın hastalık onun yönetemezliğini iyice açığa çıkarmış durumda. Günlük vaka sayılarındaki kamuoyunu manipüle politikasının duvara toslamış oluşu iktidarı sadece ülke genelinde değil, dünya çapında da küçük düşürmeye yetti. %95'ini kontrol ettiği medya bile itibarının yerlerde sürünmesini engelleyemiyor artık. O yüzden sözde reform söylemleri, ''Avrupasız bir Türkiye düşünülemez'' mealindeki nutukları son günlerde arttı. Ancak iktidarın bu türden alttan alma politik manevralarını boşa çıkartacak adımları küçük ortağı MHP'nin zaman geçirmeden attığını görüyoruz:

''Sen yargıda reform dersen, benim ülküdaşım tehdit mektupları yazar ve ben onu (açıkça) desteklerim''. ''İktidar sözcülerinden birileri Demirtaş'a, Kavala'ya özgürlük sözcüklerini telaffuz ederse, o kişi en kısa sürede bulunduğu makamdan istifa eder''.

Ancak toplumsal tabanı ve iktidar temeli her geçen gün dağılmaya başlayan AKP yönetimi politik ömrünü uzatmak için giderek daha fazla MHP'ye mecbur kaldığını görüyoruz. Son gelişmeler bize gösteriyor ki, AKP MHP'ye bir uyuşturucu bağımlısı gibi, hep daha fazla ihtiyaç duyarak ve taviz vererek ayakta kalmaya çalışıyor. MHP destekli AKP iktidarı Devlet Bahçeli'nin elinde siyasi bir rehineye dönüşüyor.

Fakat öyle ki, bu durum gerek AKP kadrolarını ve gerekse sayıları milyonlarla ifade edilen AKP'li seçmenlerde pek fazla rahatsızlık yaratmışa benzemiyor. Zira bu konudaki yapılan anketlerde; MHP tabanındaki Erdoğan'a olan güven ve sempati ile AKP tabanındaki Bahçeli'ye duyulan güven ve sempati %80'ler civarında seyrediyor. Çünkü insanlık milliyetçiliğin ilerici özelliğini taşıdığı 19. yüzyılı geride bırakalı 200 yıl oldu. Günümüzde milliyetçilik abartısız her ülkede ırkçılıkla, ülkemizde ise ırkçılığa ilaveten İslamcı gericilikle örtüşmüş anti - demokratik bir özelliğe sahiptir.

İşte bu yüzden modern, demokrat, halktan yana bir ülkeyi yönetme yeteneğinden yoksun mevcut iktidar, yalanı, baskıyı, devlet şiddetini günlük yaşamın vazgeçilmezi yapmıştır. İşte bu yüzden iktidar, tüm olanaklarını kullanarak, uydurduğu yalanlarla kendilerine yeni başarı öyküleri yazmaya çalışıyor. Gerek ekonomik başarı öyküsünün içinin boş olduğu Berat Albayrak'ın istifasıyla ortaya çıkması ve gerekse Covid-19 salgınıyla mücadelede toplumun aldatıldığının ayyuka çıkması tam manasıyla siyasal bir iflasın dışa vurumudur.

İktidar siyaseten en güçsüz dönemini yaşıyor. İktidarın en fazla övündüğü ekonomik büyüme üzerinden bir hikaye yazma olanağı da kalmamıştır. Zira liyakatın, yenilikçiliğin, halktan yana kalkınmacı bakış açısının bulunmadığı bir zihniyetin yön verdiği ekonomi tamamen tıkanmış durumdadır. İktidar ''nasıl yöneteceğiz?'' sorusuna kitleleri inandıracak yanıt bulmakta hiçbir kudreti kalmamıştır. İktidarın sorun çözme adı altındaki her yeni adımı başta ekonomi, sağlık, eğitim, özgürlükler ve dış politika olmak üzere her alanda yaşanan başarısızlıkları daha açık hale gelmiştir. Sorunlarına çözüm bekleyen ülke insanlarının hayal kırıklığı her geçen gün artarak devam ediyor. Sorun çözme yeteneğini tamamen kaybetmiş olan AKP-MHP iktidarı sorunların üstünü örtmek ve kapatmak için muhalefeti şeytanlaştırarak, toplumu kutuplaştırıp mevcut baskıyı daha da artırmayı tek yol olarak görmeyi tercih ediyor. Başarısızlıklarının nedenini iç ve dış düşmana bağlamaya devam ediyor. Farkındaysanız o yüzden iktidar sözcüleri her konuşmalarında temcit pilavı gibi, hala Gezi 'den bahsediyor. Kısacası, istikrarsızlık bu rejimin asıl belirleyeni haline gelmiştir...

AKP-MHP ittifakı, her şeye rağmen, içinde bulundukları bu zor dönemi birbirlerine daha fazla sarılarak geçirmek zorunda oldukları ortadadır. Ülkenin içinde bulunduğu bu koşullarda siyasi geleceği okumaktan uzak bazı sefillerin söylediği gibi toplumun payına reformlar, bazı kısmi demokratik açılımlar düşmeyecektir. Görünen o ki, ülke insanına daha fazla korku, daha fazla yıldırma, daha fazla baskı olacaktır. Zira gelinen bu noktada demokrasi bu iktidarın doğasına aykırıdır.

Bazı CHP'li yöneticilerinin dediği gibi ''2023 seçiminde nasıl olsa bunlar gidecek'' anlayışının ne kadar abes olduğu hala anlaşılmış görünmüyor. Çünkü yapılan kamuoyu yoklamalarında iktidarın oyu eriyor ama muhalefetin oyu yükselmiyor, hatta düşüyor. Sadece kararsızların oyu yükseliyor. Çünkü insanlar, sıkıntılarının devam etmesine seyirci kalan muhalefeti değil, sorunlarına çözüm üretecek asıl özneyi arıyor. Çözüm üretemeyen muhalefete ilgi göstermeyip kararsız kalmayı tercih ediyor. Kararsızlık karamsarlığı körüklüyor. Kiminle konuşsanız bir yılgınlık, bir bıkkınlık hakim. Ekonomik kriz bir yandan, salgın bir yandan toplum adeta dibe vurmuş durumda. Oysa insanlığın toplumsal gelişiminde bu durumun uzun vadede geçerliliği yoktur.

Artacak baskılara karşı iktidara geri adımın attırılabilmenin yolu, Salı günleri yapılan grup toplantılarında iki çift ajitatif sözcüklerle nutuk atmak değildir. Toplumsal muhalefetin daha cüretkar, daha kararlı ve daha örgütlü olması gereklidir. Sorunları gündeme getirip, alanlara yürümek, iktidarın yanlışlarını mağduriyeti yaşayan milyonlara bizzat canlı olarak, yüzlerine karşı ifade ederek kitlelerin efsanevi gücünü ortaya çıkartmak gereklidir. Sıkıntıları en içten, en somut olarak yaşayan insanların bu sıkıntılardan yine kendilerinin özverili mücadelesi ile kurtulabileceklerini onlara anlatmakla işe başlamak gereklidir.