1920-1923; dev mirastan bir ülke…

1909’dan itibaren küçük köyler kurulur. Dev bir mirasın üzerine değil. Üç beş haneli yerleşim yerleri… Köy bile denemeyecek kadar küçük… Osmanlı Devleti’nin bir liman kenti olan Yafa’dan ayrılan 66 aile, bugünkü Tel Aviv’in olduğu yere yerleşirler. Verimsiz, yaşanılması zor, susuz bir kum tepesidir. Bu yeni yerleşim yeri 1921 de ilçe statüsü kazanır. Nüfusu 2 bindir.

Aynı tarihlerde Anadolu’da Kurtuluş Savaşı başlamış olup, nüfus 11 milyon civarındadır.

1909’da 66 haneyle başlayan bu köy, 1925’te 34 bin nüfusludur. 1934’te kent statüsü kazanır.

Nazilerin Almanya’da iktidara gelmesiyle, bu kent nüfus patlaması yaşar; 1937 yılında Tel Aviv’in nüfusu 150 bine çıkar.

1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti birçok alanda hamleler yapmaya başlar. Gelişmeler kısa sürede gözle görülür hale gelir. Herkes işinde gücünde… Fabrikalar kuruluyor, araziler tarıma açılıyor. Tarımsal kalkınmanın önemi anlaşılmış olmalı ki, ilk kurulan fabrikalar arasında şeker fabrikaları var.

Atatürk’ün ölümüne kadar, dört şeker fabrikası, beş silah-mühimmat fabrikası, sekiz dokuma fabrikası, iki kâğıt fabrikası, iki çimento fabrikası, bir otomobil montaj fabrikası, bir uçak fabrikası ve bunlar haricinde 91 adet çelik, kükürt, sigara vb. fabrikalar ile silo, baraj, kömür ocakları gibi işletmeler kurulmuştur.

Ayrıca tarımda örnek çiftlikler kurulmuş ve ülkeye modern tarım aletleri devlet eliyle getirtilmiştir.

Yine bu dönemde, ormanlar, meralar, tarlalar akarsular ve madenler en doğal halleriyle; memlekete pırıl pırıl bir güzellik ve ulaşılması güç bir zenginlik katmaktadır.

Ülkemiz bu kadar yol alınmışken, sonsuz doğal kaynaklara sahipken, Tel Aviv 150 bin nüfuslu bir kenttir. Bu kent,  çöl ortasında; susuz, tarımsız, ormansız, merasız, madensiz, sanayisiz, sermayesiz ve kimliksiz yaşamaya mecburdur.

Bu mecburiyetin getirdiği siyasal sorunları bir yana bırakarak sadece, halkın refahı ve ülkenin uluslar arası başarısı açısından bakmak gerekirse, birkaç önemli konu başlıklarından bahsetmek gerekir. Siyasal, sosyal, ekonomik gelişmelerin birbirlerinden bağımsız olarak düşünülmesinin sakat olduğunun bilinmesine rağmen; içinde bulunulan ortam gereği bu sakatlığı kabullenerek sınırlı bir ortamda konuşmak zorundayız.

130 ülkeden gelen, her biri farklı kültürden olan göçmenlerin oluşturduğu bir topluluktan ülke çıkarmak büyük başarıdır. Eldeki imkânları en iyi şekilde kullanarak iyiye güzele ulaşmak bazı ilkelerle gerçekleştirilebilir ancak. Tersine, 130 ülkeden gelenleri, 8,5 milyon nüfuslu bir mülteci kampına dönüşmesini bile başarı sayacak ülkeler vardır. “Biz, 8,5 milyon mülteciyi kamplara yerleştirdik” diye, övünmeyi normal gören bir toplum anlayışı yaratmak, kişisel bir başarıdır(!).

Ülke şartlarını iyi tahlil etmiş olmak, dürüstlüğü gerektirir. Ülke uçurum kenarındayken, kendi şartlarını iyileştirmek  ise, aç gözlülüğün ve bencilliğin sonucudur. Şimon Peres’in oğlu Şemi Peres, “İsrail çorak ve küçük. Suyu az ve toprakları tarıma elverişli değil. Düşmanlarla kuşatılmış. İnovasyon, teknoloji ve girişimcilikten başka şansımız yoktu.” Diyerek, ülke için çizilmiş olan doğru rotanın sonuçlarını görmemizi sağlıyor.

Ülke geleceği düşünülerek yapılan doğru tahliller sonucu yürütülen sosyal, siyasal ve ekonomi politikalarının sağladığı avantajlar; 200 den fazla çok uluslu şirketin İsrail’de üslenmesini sağlamıştır.. IBM, İntel, Mikrosoft, Facebook gibi dev şirketler burada AR-GE merkezleri kurmuşlardır.

BMW, Chrysler, Fıat ve Jeep firmalarının da İsrail’le yıllardan beri, yeni teknolojiler konusunda işbirliği için çalışmalar yaptığı bilinmektedir.

Airobotics, ilk otonom hava aracını yaptı. İnsansız Hava Aracı olarak bilinen bu araçlar uçuş için gerekli olan enerjileri bitmeden, üsse döner ve şarj bataryasını değiştirdikten sonra görevine geri döner. Operatöre ihtiyaç duymayan paraşütlü bu araçlar satılmamakta, leasing yoluyla müşterilerine verilmektedir.

Mobileye şirketi ( sürüş güvenliği şirketi) İntel tarafından 15.3 milyar dolara satın alınıyor. Bu satış, İsrail’i sürücüsüz otomobil sektörünün lideri yapıyor. Mobileye, İntel’e satıldıktan sonra hükümet: “ekonomimiz artık çok güçlü, vergileri indirme zamanı” diyor.

Tarım yapacak toprak bulamayan o ülke, dünya tohum piyasasının en önde gelen ülkesi. Geliştiriyor, değiştiriyor, değerliyor, yararlıyor, zararlıyor… Ama biz de boş durmuyor, o ürünleri satın almak için kuyruğa giriyoruz (!).

Bizim bakış açımızla açıklanması ve de anlaşılması çok zor bir durum olsa da, bir şekilde anlamaya çalışmalıyız.1948’de kuruluyor. Elde avuçta bir şey yok. Bugün ekonomi zirve yapmış.

Atatürk’ün ölümüne kadar yapılmış olan iktisadi atılımlar, o dönem dünyasında atılmış dev adımlardır. İsrail, Atatürk’ün ölümünden 10 yıl sonra kurulmuştur. Cumhuriyetten de (1923’ten) 25 yıl sonra…

Yahudilikten midir?

İslam fakirliği emretmiyor ki.

Yahudi devleti bir tane, İslam devletleri 30’dan çok…

Yoksa lanetlenip, aşağılanıp, fakirlikle terbiye edildikten sonra mı çalışmanın önemini anlamaya başlayacağız. Didişerek, Allah’ın yarattıklarını yok sayarak, birbirimizin haklarını ayaklar altına alarak ancak cesetler üzerinde yükselebiliriz. Öldürebildiğimiz kadar… Mars’a ulaşacak yüksekliği yakalamak için daha nice katliamlar…

Unutmadan: ormanların, meraların, tarlaların, akarsuların ve madenlerin en doğal halleriyle memlekete pırıl pırıl bir güzellik ve ulaşılması güç bir zenginlik kattığı ülke, bizdedir.

Bu işte bir yanlışlık var gibi geldi bana.

_______________________________

  1. m.milliyet.com.tr, Menderes Özel
  2. https://itrade.gov.il