Seçimin kazananları başka yazılara ama kaybedenler çok açık ortada; her fırsatta Kürt Özgürlük Hareketi’ne saldıran CEMAAT, halk, devrim, özgürlük diyen ancak kendi sokağındaki, birlikte yaşadığı apartmandaki komşularını dahi tanımayan SOLCULAR, Kemalizm’in Kürtleri inkâr politikasının devamı olarak Kürtleri yok sayan CHP ve her halükarda kendilerini CHP'ye "mecbur" sayan ALEVİLER!

Türkiye’de sisteme muhalif kesimler her zaman en doğruyu kendilerinin ifade ettiklerini, ancak halkın kendilerini anlamadığını ifade ederler. 30 Mart seçimlerinin değişmeyen nakaratı da gene bu oldu; “onca yolsuzluk, hırsızlık, şiddete rağmen bu halk gidip bir kez daha kendi katiline oy verdi”. Sonuç olarak evet durum böyledir. Ancak bunun böyle olması bu sözleri sarf edenleri haklı çıkarmaz. Her şeye rağmen sandıklarda AKP’ye oy verenleri kimse dinlemek istemiyor/dinlemeyecek.

Gezi süreci ile başlayan hareketlenme ve eylemsellik ile birlikte bu seçimde AKP’nin önemli oranda oy kaybı yaşayacağı genel bir kabuldü. Özellikle de İstanbul ve de Ankara’yı kaybedeceğini ben de düşündüm. Ankara’da Gökçek, İstanbul’da Topbaş bu seçimler ile gidecek gibi duruyorlardı. Ancak öyle olmadı. Tabi ikisinin olmaması halinde alacağı düşünülen kişilerde aslında kişi olarak emekten, özgürlüklerden doğru bakanların hiç de tercih edecekleri kişiler değildi. Buna rağmen sandığa giden bütün muhalif birey ve de yapılar “AKP kazanmasın da” diyerek bu iki ismin gitmesi istendi. Bu şekilde beklenen AKP’nin oylarının %40’ın altına düşmesiydi. Beklenenlerin hiç biri olmadı. AKP’nin despotik, anti-demokrat yapısı ve de özellikle de son bir yıldır estirdiği teröre rağmen bu durum değişmedi.

Salt AKP karşıtlığı kitleler nezdinde bir ciddiyet yaratmadı. Bir şeye karşı olmak kitlere gitmenin bir nedeni olabilir ancak bu durum kitlelere “inmek” için yetmiyor. Burada özellikle de sol ve de muhalif kesimlere bakmakta fayda var, karşının “şu ya da bu olduğunu” söylemek üzerine bir çalışma ya da kendini buradan doğru kurmanın pratik bir değeri olmadığını kabul etmek gerekiyor. Mesela HDP içinde örgütlü solcular açığa çıkan sonuçlar üzerinden bu halkı nasıl okuyacaklar? Bu aslında yapılanın ve de yapılması gerekenin de cevabı olacaktır. “Biz elimizden geldiği kadarı ile anlattık ama bizi anlamadılar” denirse yaşanan sonuç son sonuç olmayacak. Toplumsal bir yapıya dönüşmek, kitleselleşmek, sandıkta çıkmak başka şeyleri gerekli kılıyor, bunun başında ise tanımak ve anlamak kitleleri.

Cemaat için fazla söze gerek yok, Kemalist jargon ne ise bu yapı da her zaman o oldu, İslami kimlik adı altında her zaman milliyetçilik ve militarizmden yana oldular. Bu anlamıyla ne AKP’den, ne de MHP/CHP’den bir farkları olmadı. Her zaman kürdü, Alevi’yi, Ermeni’yi, kadını, emekçiyi inkâr eden, yok sayan, şiddet uygulayan devlet oldular. Reel politikayı her zaman ustaca kullandılar. CHP’de bu ülkede kurumsallaşmış militarizmin, ırkçı politikaların her zaman savunusunu yapmaktan öteye geçemedi. Bu kimliğine rağmen Aleviler neden hala kendilerini CHP’ye “mecbur” bulurlar bunu da anlamaya çalışmak gerekiyor. Anlamaya çalışmak yaptıklarını doğru/haklı karşılamak değildir. Bu Kemalist parti hep karşıdaki açık sağ parti ile; “aman ha AP gelecek, DP gelecek, ANAP/DYP gelecek” korkusu üzerinden Alevilerden oy aldı. Bu seçimlerde de aynısını yaptı. Durup Alevi toplumuna sormalı; “CHP şimdiye Kadar Alevler için ne yaptı?” cevabı kocaman bir HİÇÇÇ! Özellikle de Aleviler CHP ile kurdukları ilişkiyi ciddi bir şekilde gözden geçirmek zorundadırlar.

Seçim sonuçları üzerinden BDP’ ye söylenecek şey sonuçlar başarıdır; Özellikle de kadın gücü ile birlikte bölgesel alternatif bir yapı olduğunu göstermesi açısında. Daha da yüksek sonuçlar da almak da mümkündü. Ancak özellikle bölgede Hüda-par’ın aldığı oyları görerek her şekilde kendi içinde buna dair politikalar geliştirmek. Diğer yandan kendi içinde dönüştürücü ciddi bir demokratik güce evirilmektir. Tek partiye dönüşmek kendi içinde ciddi bir tehlike barındırmaktadır. Bu güç kolay bir şekilde anti-demokratik, otoriter bir yapıya dönüştürebilir.

HDP ise bekleneni vermedi. Burada haksızlık yapmak istemem ama seçime hazırlık sürecinde özellikle “ben doğruyu biliyorum, onu söylerim, anlayan anlar” yaklaşımına varan bir pratik süreç yaşandı. HDP’yi oluşturan gruplar aday belirleme için verdikleri enerjiyi sokakta çalışmak için vermediler. Oysa Gezi’den bu yana Türkiye’nin sokaklarında esen siyasi atmosfer, yaşanan eylemsellik tam da HDP’nin programında ifadesini bulan gerçeklerdi. İyi bir çalışma ile sokaklardaki heyecan sandıkların da bir sonucu olabilirdi. Geleneksel solcu yaklaşım ve çalışma tarzı radikal bir şekilde terk edilmeli, ancak o şekilde BDP ile birlikte “başka bir hayat, başka bir ülke” mümkün olacaktır.

Seçimler bitti, ancak sokaklarda olanca haliyle devam edecektir. “Hem Oy vermek bir şeyi değiştirseydi, yasaklanırdı” diyen Emma Goldman’ın sözlerini de basite almadan hayata olduğu yerden daha aktif katılmak, hayatın içinde olmak ve bu halkı tanımak…