31 Mart'ta yapılacak yerel seçimi bir nevi kent için yapılan seçim olarak da izah edebiliriz. Yani özellikle 1980'den sonra uygulanan neoliberal, sağcı, özelleştirmeci politikalar sonucunda tarımın ve hayvancılığın bitmiş olması ile nüfusun %80 'nin kentlerde yaşadığını kabul edersek, bu seçime kent seçimi dememiz hiç de abes olmaz diye düşünüyorum. Son 17 yıldan beri AKP iktidarı ile gelinen noktada kentlerin beton ekonomisinin parçası haline getirilmesi, kamusal alanların, tarihin ve doğanın tahrip edilmesi, çöken binalar, yağmurun şiddetli olmasını bir yana bıraktık, mevsim normalleri sınırında bile yağdığında çatlağını bulamayan suların şehirleri yuttuğu, çoğu zaman önemli gündemlerimiz oldu.

Kaynağın betona gömülmüş olmasının diğer yüzünde, bu kaynakların nereden geldiği sorusu da önemlidir. Kendine yeterli olmayan bir ekonomiye sahip Türkiye, bu kaynağı uluslararası büyük finans çevrelerinden borçlanarak sağladı. Kaynaklar kentlere ve betona gömüldüğü için çözümü gittikçe zorlaşan bir çelişkiyi de yarattı. Kentsel yatırımlar inşaat sektörünün doğası gereği mekana sabitlendikleri için, dışarıdan sağlanan kaynağın geri döndürülemez, ekonominin çarkını çeviremez duruma geldi.

İnşaat sektörünü ve betonlaşmayı ekonominin temeli olarak gören AKP iktidarının zaman içinde gittikçe billurlaşan yolsuzluk, yoksulluk ve yasakçılığı şiar edinmiş politik çizgisi sonucu ülkede baş gösteren derin ekonomik kriz yaşamın merkezine oturmuş durumdadır. Artık üzerini hiçbir şekilde örtemeyeceğimiz derin bir kriz yaşıyoruz ve bunu toplumun geniş kesimlerinin de kabul ettiğini inkar edemeyiz. Bugün ülkeyi yönetmekte olan AKP - MHP bloğunun ''dış güçler saldırısı'', ''beka meselesi'' gibi hamaset edebiyatı da hiçbir şekilde geniş kitleler tarafından yankı bulmuyor, ciddiye alınmıyor.

Kısacası, bu durumun sandığa yansımaması mümkün gözükmüyor. Yani geniş kitlelerin yaşamında en önemli gündemini oluşturan ekonomik krizin 31 Mart'taki seçimde onların tercihlerini etkilememesi düşünülemez. İktidarın bunun farkında olduğu ise çok net olarak ortada. Zaten bu yüzden de iktidar mensuplarının miting meydanlarında muhalif adaylar hakkında olmadık yalanlar söylemesi, iftiralar atması, saldırgan, aşağılayıcı ve ötekileştirici dil kullanarak pervasızlaşması, içinde bulundukları tedirginliğin ve paniğin en somut örneğidir.

İktidarın seçimden yenilgi ile çıkması kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Bu gerçek bu kadar net olarak ortada iken, seçime katılmamak ne kadar gerçekçi bir tutumdur? Yani seçimi boykot taktiğinin somut koşulların somut tahlilinden çok yanlış bir karar olabileceğini düşünüyorum.

Toplumsal mücadelenin bir aşamasında koşullar sizi zorunlu olarak seçimi boykot etmeye zorlayabilir. Siyasi çizginizi ifade edeceğiniz başka alternatifinizin kalmadığı bir süreç yaşıyor olabilirsiniz. Bir mücadele yöntemi olarak ilkelerinizden taviz vermemek ve mücadelenizi bir üst aşamaya taşımak anlamında seçimleri boykot etmek kaçınılmaz bir zorunluluk olabilir.

Bunun örnekleri geçmişte yaşandı. Yazının sınırını çok aşacağı için bu konuda daha fazla detaya girmek istemiyorum.

Ancak içinde bulunduğumuz siyasal konjonktürel durum, boykotun koşullarının olmadığını gösteriyor. Zira, her şeyden evvel boykotun kitlesel olarak bir taraftarının olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. HDP, Kürt halkının yoğun yaşadığı her yerde aday göstererek ve batı illerinde ise AKP-MHP bloğuna karşı oy verilmesini isteyerek seçime var gücüyle katılıyor. CHP, İYİ Parti, SP ve diğer partiler bir şekilde mevcut ittifaklar içinde yer alarak seçime katılıyorlar. Bu durumda, istediğimiz gibi bir politik argüman yok diye seçime katılmamak, seçimi boykot etmek, hakim olan tarafa, bir an önce ülke yönetiminden ellerini çekmesini istediğimiz AKP-MHP bloğuna yarar. Bunu görmek için derin siyasal birikime gerek yok sanırım.

Evet, arzu ettiğimiz gibi oy vereceğimiz bir parti veya aday olmayabilir. Ya da oy vermek zorunda olduğumuz partiyi veya adayı beğenmeyebiliriz. Bu mümkün elbette. Unutmamamız gereken en önemli şey ise, mevcut iktidarın yıllardan beri hayatı çekilmez hale getirdiğidir. Her şeyden önemlisi geniş kitlelerde gelecek umudunun tükenmiş olmasıdır. Sokağa çıkıp sorduğumuzda bir kısım iktidar yanlısının dışında kimsenin gelecek beklentisi kalmamıştır. Parası olan on binlerce insan (kendi meşreplerine göre) çeşitli ülkelere yerleşti ve yerleşmenin mücadelesi içinde hala. Evet, beş gün sonrası bu seçimle eğer mevcut iktidarı geriletebilmeyi başarırsak, belki her şey güllük gülistanlık olmayacak. Ancak ülkede bir cendereden kurtulmanın yolu açılmış olacak. Başlangıç olarak bunun küçümsenecek bir gelişme olmadığını düşünüyorum.

Her şeye rağmen seçimi boykot ederek belki ''vicdanınızı'' rahatlatabilir, egonuzu tatmin edebilirsiniz. Ama mevcut iktidarın geriletilememesi sonucu yaşanacak tüm olumsuzluklardan kendinizi sorumlu tutmaktan kurtaramazsınız. Ah keşke dememek için (elimiz titreyerek de olsa) sandığa gidelim ve iktidarı geriletebilecek şekilde oylarımızı kullanalım diyorum...