Seçime 3 gün kala seçimle ilgili yazı yazmak hem çok heyecan verici hem de zor. Zira, bu kadar kritik bir seçim için en çok beklenen de seçim tahminidir. 'Cumhurbaşkanlığı sistemi' diye lanse edilen ve kimsenin tam olarak izah edemediği, dünyada eşi benzeri olmayan cumhurbaşkanlığı kısmının 2. tura kalacağını düşünenlerdenim. Ancak 24 Haziran akşamı büyük olasılıkla öğreneceğimiz milletvekilliği seçim sonucunun HDP'nin de dahil olduğu muhalefetin lehine olacağına inanıyorum.

Mevcut iktidarın bu seçim sürecinde iktidarda kalabilmek için kitlelere sunacağı hiçbir 'projesinin' olmadığını çok net gördük. Kıraathane, kek projesi kendini komik duruma düşürmekten kurtaramadı. Devlet olarak yapılması zorunlu olan yol, köprü gibi hizmetleri anlatmak, akabinde eğer biz gidersek gelenler bunları yıkacak gibi aklımızla alay eden söylemler tek dayandığı argüman haline geldi. Toplumsal kutuplaştırmanın bazı sahte unsurlarla derinleştirilmesini ve böylelikle eski gücünü toparlamayı hedefleyen iktidar, seçim meydanlarında bunun dozajını gittikçe artırmaktan geri durmuyor. Bu vesileyle korkutma ve tehdit bu seçimin en önemli propaganda malzemesi dersek abartmış olmayız. Öyle ki, eski bir mafya lideri muhalifler için 'oluk oluk kan akıtmaktan' bahsederken hiçbir kovuşturma yok, Selahattin Demirtaş'ın 'bir oyluk canları var' sözü can güvenliği, hatta ölüm tehdidi olarak değerlendirilebiliyor.

Esasen ekonomik krizin en yoğun şekilde hissedildiği bu ortamda mevcut iktidar, Afrin operasyonunun yaratacağı nispeten yükselme ile seçimlere girerek sonuç almayı düşündü. Ancak, Afrin operasyonu havuz medyasının da bütün şişirme haberlerine rağmen beklenen etkiyi yaratamadı. Çok kısa süre için oluşan ırkçı, milliyetçi reaksiyon sabun köpüğü gibi dağıldı. Ardından Kandil harekatı iktidarın seçim argümanı oldu. Anlaşılan o ki, Kandil operasyonu da seçime 3 gün kala beklenen etkiyi yapmışa benzemiyor.

AKP, Mhp ve diğer iktidar yanlıları için elde pek malzeme kalmamış durumdadır. Bu sebepten dolayı da korku, tehdit, sindirme hem seçim malzemesi olarak hem de seçim sonrası için kullanılıyor. Yoksullar için 'biz gidersek yardımlar kesilecek', dini itikadı güçlü olan vatandaşlar için ' biz gidince imam-hatipler kapatılacak, camiiler yıkılacak ', sade yurttaşlar için ' bunlar köprüleri, tünelleri yıkacaklar, havaalanı inşaatını durduracaklar ve hatta sarayı yıkacaklar' gibi söylemlerle, iktidar partisinin kazanmaması halinde istikrarsızlık üzerinden tüm toplumu korkutmaya, 'gömdüğümüz silahları çıkartacağımız zaman uzak değildir' gibi efelenmelerle ''iç savaş'' tehdidini savurmaktan geri durmuyorlar.

Hemen belirtelim ki, burada amaç belli. Hileyle, tehditle, oy çalmalarla kazanılacak seçime muhaliflerin kitlesel halde itirazı ihtimalini şimdiden bertaraf etmek. Bazı bakan ve yandaş köşecilerin, muhaliflerin 'başına geleceklerden' sık sık bahsetmeleri iktidardan gitmemeleri için her yolu deneyeceklerini, her türlü şeyi yapmayı düşündüklerini gösteriyor. Sokağa çıkmaya hazır birtakım paramiliter güçlerden söz etmeleri de boşuna değil. Devleti, askeri, polisi, ellerinde tuttuklarını ve isterlerse istedikleri anda kullanmaktan çekinmeyeceklerini unutmamak gerek.

Ancak tüm bunları yapabilirler mi? Şu anki siyasal eğilim ve yoğunluğa göre bunlara güçleri yeter mi? Toplumun en az yarısından fazlasının muhalif olduğu ve seçime üç güne kala kazanmaya bu kadar yaklaştığına inanan insanları sindirmenin mümkün olmayacağını anlamış olmalılar. Uzağa gitmeğe gerek yok. Gerek sokakta 2013 Gezi, 7 Haziran 2015'deki umutları yeşerten seçim ve 16 Nisan referandum sonuçları başaramayacaklarının en bariz örnekleridir. Anadolu insanının tüm değişik kültürlerle yüzyıllardır iç içe kaynaşması ile oluşan birlikteliği bu topraklarda Irak gibi, Suriye gibi uzun erimli iç savaşlara izin vermez. Elbette lokal manada, bizzat devletin kışkırtmalarıyla (Sivas, Maraş, Malatya, Çorum gibi) acılar yaşamadık değil. Ancak bütün bunlardan çeşitli dersler çıkarıldığını da görmüyor değiliz. Çünkü, 16 yıllık geniş kapsamlı toplumsal mühendislik projesine ve yer yer etnik kışkırtmalara rağmen, toplumun en az yarısından fazlasının inşa edilen düzene itirazı olduğunu ve iktidar tarafından tarafsızlaştırılamadığını hep beraber yaşadık.

Seçime üç gün kala iktidarın tüm baskı ve tehditlerine teslim olmayı gerektirecek bir durumun olmadığını düşünüyorum. Korkunun sahibi olan iktidarın örgütlü, 'korkmuyoruz' diyenlerin iktidar yanlıları kadar örgütlü olmadığı ve bunun da bir zafiyet olduğu bu gerçeği değiştirmez. Gerek Muharrem İnce'nin ve gerekse Hdp'nin mitinglerindeki yoğunluğun ve coşkunun korku duvarının aşıldığını görmemek için siyasi olarak kör olmak gerek. Kitlelerin efsanevi ve değiştiren, dönüştüren gücüne her zaman inanmak, toplumsal mücadelenin en önemli mihenk taşlarından biridir. İnsanın olduğu yerde umut da var olacaktır.