31 Mart tarihinde Türkiye yerel seçimlere gidiyor. Ancak kentlerin sokaklarında, meydanlarında, özellikle de anaakın medyaya baktığımızda seçimlerden çok başka bir şey ile karşı karşıya geliyoruz. Seçimlerde elbette partiler olur, başka başka programlar, iddialar, vaatler, ittifaklar kurulur – açık ya da gizli – kazanmak için. Ancak bizim izlediklerimiz hiç de böyle değil.

9 Şubat tarihinde Sivas’taki miting ile seçim stardını veren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; ”1919’da Sivas’ta Kurtuluş Savaşımızın ve Cumhuriyetin temeli atıldı, manifestosu yazıldı, ufukları çizildi. İşte bugün 31 Mart seçimlerinin startını Sivas’ta verirken, 100 yıl sonra bizlerde o ilkeleri, kararları, idealleri buradan tekrar ediyoruz” değerlendirmeleri ile seçim kampanyası için söyleyeceklerinin yok haritasını da çiziyordu, girilen yok seçim değil yeniden bir “kurtuluş savaşı”ydı.

Neydi bu kuruluş kodları; “Sivas’tan yola çıkarken diyoruz ki milli sınırlar içinde vatan bir bütündür. Vatanımız, bayrağımız, devletimiz, milletimiz, istiklalimiz bizim namusumuzdur, şerefimizdir.” Bir yerel seçim için bu cümleler neden kurulur? Bunu devletin bütün iktidar alanlarının içine büyük bir ustalıkla giren biri yapmıyorsa o zaman daha bir dikkatlice bakmak gerekiyor. Birincisi içine girilen bir seçim süreci değil, ikincisi ise 100 yıl sonra yeniden başa sardılar. Neden başa sardıklarına dair bir çok şey söylenebilir, ancak bunun Kürtlerin yürüttüğü politika ile doğrudan ilişkili olduğunu hemen teslim etmek gerekiyor.

Aslında 7 Haziran 2015 tarihindeki seçim sonuçlarından sonra HDP’nin sağladığı beklenmedik başarıdan sonra “bundan böyle siz ancak barışın filmini yaparsınız” diyenlerin iktidarda olduğun bir Türkiye’de “normal” koşularda bir daha seçimlerin yapılmayacağına dair de tartışmalar yürütülmüştü. 1 Kasım 2015 genel seçimleri, 16 Nisan 2017 Anayasa referandumu ve 24 Haziran genel seçimlerde yaşanan atmosfer ve seçim hilelerine baktığımızda “normal” seçimlerin yapılmadığını rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Kaldı ki bütün bu tarihlerde AKP/MHP dışında bütün partiler oylarını çaldırtmamak üzerine çok da çaba sarf etmişlerdi.

31 Mart seçimlerinde ise HDP dışında kalan hemen hemen bütün partilerin, buna CHP de dahildir AKP/MHP faşist koalisyonuna karşı söyleyebildikleri bir şeyleri yok. Adeta bu faşist ittifakın söylemlerine teslim olmuş durumdalar. Bunu CHP Ankara adayı Mensur Yavaş, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in söylem ve açıklamalarında çok iyi görmekteyiz. En son Kars ve Muş’ta HDP dışında tüm ittifak ve de partilerin iktidarın ürettiği “Türkiye’nin beka sorunu” söylemine teslim olduklarını görmekteyiz.

“Türkiye’nin beka meselesini kendi akıllarınca dalgaya alanlar inşallah 31 Mart’ta milletimizden yine bir tokat yiyeceklerdir.” Devlet tekelindeki bütün şiddet araçları ve de iklimine rağmen olmayan, bunları bir kez daha 100 yıl öncesine götüren nedir? Durmadan “düşmanlar” üreterek kendisini var etmeye çalışan bu sistemin düşman listesine Sivas mitinginde domates, patlıcan ve sivri biber de eklendi.” Birileri bizi farklı yerlerden vurmaya çalışıyor. Ne diyorlar? ‘Domates, patlıcan, sivri biber’ diyorlar. Düşünün, bir merminin fiyatı nedir?”

“Büyük Reis” devletin bütün imkan ve olanakları ile ırkçı/militer devlet koalisyonunu bir kez daha kimlere karşı güncelledi. Buna biraz daha yakından bakalım. “Verin 400 milletvekilini” diye devam eden cümleyi Tayyip Erdoğan 6 Şubat 2015 tarihinde Bursa’da kurmuştu. Sözü HDP’ye. Seçime parti olarak girmeyin, bağımsız girin, yani mecliste sözünüzün olmayacağı bir çoğunluk ile sınırlı kalın, yani 12 Eylül darbesinin barajlarını/duvarlarını koruyun, öyle siyaset yapın ben de size barışı getireceğim. Olmadı elbette, HDP Türkiye’nin bütün halklarını, emeği, kadınları, gençleri, bütün inançları, bütün kimlikleri bir arada buluşturabildi.

Duvarlar yıkılmıştı, başka olmak; yabancı, düşman olmak değil, başka olmak birlikte dayanışarak kimsemin öteki olmadığı yeni bir hayat demekti. O tarihten bu yana devletin tüm geleneksel yapıları “devletin bekası” etrafında bir araya geldi. Zira Kürt Özgürlük Hareketi eksenli gelişen politik hat Türkiye’nin her yerinde bir umut ve heyecan yaratmıştı. O tarihten bu yana bu umudu ve heyecanı yeniden toprağın dibine, betona gömmek için ellerinde geleni yapıyorlar.

Ancak olmuyor, tutmuyor, umut sokaklara bulaştı bir kez. O umut bütün baskı, şiddet, katliam ve tutuklamalara rağmen Amed’in, Cizre’nin, Yüksekova’nın, İstanbul’un, Mersin’in sokaklarında dolaşmaktadır.

31 Mart, zindan direnişlerinden, Leyla Güven’in açlık grevinden, Newroz’dan gücünü alarak bu umudun yeni bir adımı olacak. Bu adımı da birlikte izliyor ve konuşuyor olacağız.