Seçime bir aydan daha kısa süre kaldı. Toplumda derin bir endişe, heyecan ve karamsarlık olduğu kadar umut, güzel günlerin yaşanmaya başlanacağına dair beklenti hiç de azımsanmayacak kadar hakim. Normal şartlarda mevcut ceberut yönetimin sonunun geldiği çok açık.

Hükümetin seçim beyannamesini incelediğinizde 16 yıldır yönettiği ülkede söz verip de şimdiye kadar hiç gerçekleştirmediği ve asla da gerçekleştiremeyeceği vaatlerin tekrarı söz konusu. Alevilerin cem evlerine özel statü verilecekmiş. Daha özgürlükçü, demokratik yasalar çıkarılacakmış, dövizdeki olumsuzluklara müdahale edilerek, gerektiğinde dengeleyici döviz likiditesi araçları kullanılmaya devam edilecekmiş, meclis daha güçlenecekmiş...

Ülke yangın yerine dönmüş, hükümet hala muhalefet rolünü oynarcasına insanların aklı ile alay ediyor. Yapılan kamuoyu araştırmalarına göre iktidar partisinin oy oranının hala % 40'ların üstünde olduğu belirtiliyor. Aklı başında insanların yaşadığı bir ülkede böyle bir partinin oy oranının % 10'ların çok altında olması gerekir. Nedenleri konusunda elbette bir dizi argüman var. En önemlisi de bu coğrafyada yaşayan insanlarımızın düşünüş şekli, olguları kavranış ve anlama kapasitesiyle ilgili diye düşünüyorum.

Kişiye tapma, kişiyi tanrısallaştırma, her şeyi O'nun bileceği, her sorunu O'nun çözeceği, O ne söylüyorsa mutlaka doğrudur gibi 'kişici' düşünüş bizim gibi otoriter ülkelerde oldukça hakim. Dikkat edin, siyasi partilerin hemen hemen tümünde söz ve karar, genel başkanın iki dudağının arasındadır. Siz eğer kişici düşünüş dediğimiz anlayışı çevrenizdekilere kabul ettirirseniz, hitap ettiğiniz kitleyi uzun süre istediğiniz gibi yönetirsiniz. Çünkü kişici düşünüş, subjektif düşünüştür. Doğrunun ve yanlışın kriteri kişinin kendisidir. O'nun bildiğinin ve söylediğinin dışındakiler yanlıştır. Bu kişiye yeni veya farklı bir şey öğretmek mümkün değildir. Eleştirilmeyi kabul etmez. İçinde bulunduğu durumu körü körüne de olsa savunur. Söylediklerinde ve bildiklerinde yanlışlık ve eksiklik, başkasının söylediğinde ve bildiğinde doğruluk payı ve benim belki bilmediğim bir şey vardır olasılığının varlığını taşımaz.

 Kişici tapma anlayışıyla beynini sabitleyen bu kişilerin bildikleri genellikle hiçbir somut doğru sonuç doğurmaz. Gerçeğin bilgisi olduğu için bilimsel bilgiden hiç hoşlanmaz. Bu kişiler genellikle hayal ve soyut fikirler üretirler. Tanrıyı, Allah'ı kendi yapılarına göre tanımlarlar ve bu yapıyı meşrulaştırmak için kullanırlar. Aslında bu kişiler kutsal kitapların izah ettiği ve tüm inanan kişilerin inandığı tanrıya inanmıyorlardır. Zira bu kişilerin inandığı tanrı kendi bilinçaltında yarattığı kendine göre tanrıdır.

Kişiselci düşünüş nominalisttir. Nominalistlik, kavramların içerikleriyle, numenleriyle, normlarıyla, özleriyle, değerleriyle değil, isimleriyle, görüngüleriyle, formlarıyla ilgilenmektir. Nominalist insanlar ise, kişileri insani ve manevi değerleriyle veya kaliteleriyle değil, maddi isim, makam, mevki, statü ve unvanlarıyla algılayabilirler. Özünde bu sistem bazı kişilerin ayrıcalıklı olmaları üzerine kuruludur.

Kişici toplumun üyeleri tanrıyı, peygamberleri, diğer dinsel ve milli şahsiyetleri, yani kişileri yoğun şekilde yüceltmekle meşgul olurlar. Kişici olanlar, bir fikir ve zihniyet idealistleri olamazlar. Onlar için sadece kendileri ve kendi çıkarları vardır. Başka hiçbir düşünceleri yoktur. Onlara verilen her türlü katkı çok değerlidir. Mesela, dini kendi tekeline alan kişici nazarında, kişilerin iyi dindar olmalarının ve dini sevmelerinin bile hiçbir önemi yoktur. Dini sevmelerinin şartı ise o tekçi kişiyi sevmelerine bağlıdır. Kişici kişiye göre din inandığı kişiden sonra gelir.

Etrafınıza bakın, anlatmaya çalıştığımız kişici anlayışa sahip istemediğiniz kadar insan göreceksiniz. Yaşadığımız toplumsal problemleri konuştuğunuzda sizi çileden çıkartacak derecede gerçekleri kabullenmeyenlere fazlasıyla karşılarsınız. O zaman sinirlenip de 'insanlar nasıl bu kadar anlayışsız olabiliyor?' sorusunun cevabını sanırım daha kolay anlayabiliriz diye düşünüyorum.