Hafiften benzi solmuş bir saman kağıdına acı veren anılarımızı karalar gibi yaşanan dramları anlatıyoruz.

Ne kadar rahatız!

Üç beş kelimeye sığdırıyoruz bir dünya acıyı, öfkeyi, kederi...

*************

Eylemleri ve eğilimleri barbarlığa meyleden IŞİD terörünü bile iki kelimelik "Sünni öfkeye" sığdırabiliyoruz.

Sünni öfke diye masumlaştırılan şey esasında Orta Çağ'da insanların kaynar suda pişirilerek katledildiği "pirinçten kazanların" ilkelliğini ifade ediyor. 

"Belki kitlelerin bir miktar faşizm tutkusu vardır ama bu, ilkelliğin inanca dayanak yapılarak tahkim edilmiş bir "cinayet dinine" dönüşmesine cevaz vermez."

**************

Pazarlarda kadın satan barbarlığa karşı "ölüme koşan kadınların" yiğitliğine şahitlik ediyoruz aslında.

Ölümü bile ikinci sırada bırakacak yüce bir tutkunun Kobani'de destana dönüşmesine şahitlik ediyoruz.

**************

Ahmet Altan'ın vicdanıyla çile çektiği bir gazetede Türkiye halkına seslenmek isterdim Kobani'deki dramı.

Altan, Müslümanların vicdanına seslenip, "ey Muhammed'in ümmeti susacak mısınız" dediğinde, Muhammed'in ümmeti ölüye sırtını dönerek Müslümanlığı katletti diyebilseydim keşke!

Hasan Cemal, "ilanihayet demokrasi" dediğinde, ilelebet yalana ve riyaya vurgunuz diyerek iç geçirseydim.

Aydın Engin , "hasbel kader faşizme yakalandık" dediğinde, hayır keyfe keder bir ırkçılığa meftunuz deseydim.

Bunlardan yoksunum belki ama vicdanım hâlâ bende!

***************

Anaların toprağı tırnaklayarak doğurduğu yiğitlerin, ahlak düşkünlerine karşı mücadelesi 80 günü ve geceyi geride bıraktı.

Dileğimiz Kürtler'in zaferi, dileğimiz onurun bu kepazeliğe ve acımasızlığa galip gelmesi...

***************

Bunları sayıklarken bir annenin evladını bırakıp koşar adım savaşa gitmesini anımsadım.

Adı "Dilek" olan annenin bahtsızlığını, gencecik yaşa sığdırılmış bitimsiz bir dünya acıyı anımsadım.

Acı bir yaşam ve dramla biten bir son!

Bir anne ki kor ateşten bir yürek gibi... Bu yürek nasıl küçük yaşta çocuğunu bırakıp ölüme gider?

Hangi acı hangi sarsılmaz inanç buna sebep oldu?

***************

Dileği buna iten, narin bedenine sığan engin merhamet ve saçının her bir teline sinen korkunç zulümdür.

Devletin zulmü 90'larda Dileğin ailesini göçe zorlamış. Evlerini, bahçelerini, eve alışan kedileri, komşularını, çocukluk anılarını, geride bırakıp sürgün olmuşlar.

İşte o korkunç zamanların anıları, Dileği Kobani'ye gönderdi.

Hep gitmek istiyordu belki de!

İstanbul'un kenar semtlerinde mahkûm olmak zor geliyordu, çocukluğunun dağlarına gitmek o nefis anıları yaşamak istiyordu.

Dileği geçmişe bağlayan tek bağı kalmıştı, hasta annesi...

Annesi için bekliyordu Dilek.

Annesinin vakitsiz ölümü, Dilek için gecenin karanlığını parçalayan deprem gibiydi.

Yalınayaktı artık, kimsesizdi, üstelik üşüyordu!

Çocukluğunu cehenneme çeviren devletin bağrında bir başına kalmıştı Dilek, annesiz ve kimsesiz...

Küçük çocuğu vardı, eşi vardı ama yalnızdı Dilek.

"Dil kayıp, boğaz kurumuş, yürek çöl gibi; Ne ses, ne de seda."

****************

Kaç Dilek bu sessizlikte yitip gitti, kaç bebek annesiz, kaç anne evlatsız kaldı?

Sessiz ve mükemmel bir geceydi. Yaşlı gözlerle küçük çocuğuna baktı, kokladı kuzusunu doya doya.

Kağıdı aldı eline ne yazacağını, nasıl veda edeceğini bilemedi önce. Sarsıldı, ağlamaya başladı. Sonra eksik olanı anımsadı, yürek yarasını, annesini...

Annesinin eşarbını yırtıp yarısını bileğine bağladı, yarısını titreyen ellerle yazdığı mektubun üzerine bıraktı.

Annesinin kokusunu bileğine bağladı, kendi kokusunu kuzusuna bıraktı ve gitti...

Yüreğinin kederle ağladığını ve her sessizliğin anlatılmaz bir sesin işareti olduğunu kime anlatabilirdi Dilek?

**************

Kobane'ye gitti Dilek, çocukluk anılarına gitti. Artık üşümüyordu, ne soğuk ne sıcaktı!

IŞİD barbarına karşı savaşıyordu ama annesizdi işte, üstelik çocuğunu özlüyordu.

Amansız bir özlem...

****************

90'larda savaşacak durumda değildi, küçüktü. Devletin zulmü galip gelmişti.

Ama şimdi savaşıyordu. Yara bere içinde kanayan yürek bu sefer düşmanın galip gelmesine asla razı değildi.

Dilek, YPG saflarında savaşının üçüncü ayında "fedai eylem" yapmaya karar vermiş.

Ölüme gülerek yürüyen kadınların destanı, Dilek için umut olmuş.

Kim bilir belki de bu destanla acıları son buldu.

Amin Maalouf'un dediği gibi; yalnızca özgür bir ruh, üstünde mutsuzluktan başka bir şey bitmeyen çayırlardan vazgeçip, sonsuzluğun kokusunu içine doldurmayı bilir.