Türkiye’de her şey müthiş bir kızışma içinde, kendi kendisiyle ve çevresiyle sürtüşerek aşınıp eskiyor.

Bundan kurtulabilen hiçbir örgüt, parti ya da kuruluş yok.

Bu ortaklaşa eskime, toptan bir çöküşün de, bir yenilenmeye hazırlanmanın da işareti olabilir.

Ben daha iyimser olanlardanım, bunun bir kabuk değiştirip tazelenme dönemi olduğunu düşünüyorum.

Bir türlü kopamadığımız geçmiş yüzyılın değerlerini epeyce kanlı ve acılı bir şekilde geride bırakıp yeni bir aşamaya geçeceğimize inanıyorum.

Bunu gerçekleştirmeye aday bir siyasi kadro yok henüz ortada, bizi değişmenin bu noktasına kadar getiren AKP belki de doğal bir aşınmayla yorulup geçmiş değerlerin arasına doğru çekildi.

Ama her yeni dönemin kendi kadrolarını yarattığı da tarihin bize öğrettiği bir başka gerçek.

Geniş bir zaman perspektifinden ve soğukkanlılıkla bakınca bu bir “yenilenme” dönemi ama hepimiz yaşam süresi kısıtlı birer fani olarak bu yenilenmenin öncesindeki eskime ve çürüme evresini yoğun acılarla yaşıyoruz.

Bu eskime ve yenilenme aşamasında PKK da kendi rolünü oynuyor.

PKK, tarihin bu aşamasında serinkanlılıkla değerlendirilmesi neredeyse imkânsız bir örgüt, ya büyük övgülerle ya büyük yergilerle değerlendiriliyor.

Hâlbuki bugün ne yaşadığımızı en iyi gösterecek işaretlerden biri, PKK’nın varlığındaki derin çelişkiler.

Öncelikle herhâlde “PKK bir terör örgütüdür” saptamasının kolaycılığından kaçınmak gerek.

Evet, alçakça terör eylemleri yapıyor, Antep’te olduğu gibi terörün en rezil hâllerinde kendini gösteriyor ama “terör örgütü” kolaycılığının içine sığacak bir örgüt de değil, hiçbir terör örgütü yüzbinlerce askeri olan bir orduyla haftalarca savaşıp, arka arkaya saldırılar düzenleyemez.

PKK, sıkıştığında teröre başvuran küçük bir ordu.

Bizim cevabını aramamız gereken soru şu:

Bu ordu nasıl oluştu?

Bu, sanıldığı kadar kolayca cevap verilebilecek bir soru değil.

“Kürt davası” adına binlerce genç insanı toplayıp silahlandırabilen PKK’nın Kürt halkına ne vaat ettiğine bakarsanız, cevabın niye zor olduğunu da anlarsınız.

Ne vaat ettiği “KCK anayasasında” yazıyor, bir “tek adam, tek parti diktatörlüğü” vaat ediyor, bugün herhangi bir Afrika kabilesinin bile kabul etmeye yanaşmayacağı korkunç bir “vaat” bu.

Peki, niye Kürt halkının neredeyse yarısı, kendisine “diktatörlük ve şiddet” vaat eden bir örgütü, seçimde o örgütün işaret ettiği partiye oy vererek destekliyor?

Bunun cevabını bütün Türklerin ve “Türk devletinin” iyi düşünmesi gerektiğini sanıyorum.

Milyonlarca Kürt, “Türkler tarafından aşağılanmak mı yoksa Kürt diktatörlüğünde yaşamak mı” gibi insafsız bir ikilemle karşı karşıya bırakıldığında, Kürt diktatörlüğünü tercih ediyor.

Bugün Türk devletinin Kürtlerde yarattığı bu “aşağılanmışlık” duygusu ve bu duygunun sonucunda ortaya çıkan öfke, milyonlarca Kürdü bir “diktatörlük” vaadini bile kabul etmeye zorluyor.

PKK’nın Kürtler arasındaki “efsanesi”, otuz yılda verdiği binlerce kayıp, Türk devletinin “anadilinizde çocuklarınızı okutamazsınız” gibi manasız dayatmalarıyla birleştiğinde, PKK’yı önemli bir seçenek hâline getiriyor.

CHP milletvekili Aygün’ü kaçıran dağdaki PKK’lıların bile artık “anlamsız” bulduğu bu savaş, benim görebildiğim kadarıyla, bu denklem üzerinden yürüyor.

Ben, PKK yönetiminin “barışa” yanaşacağını sanmıyorum, ta 33 asker katliamından beri ne zaman “barış” kapıya gelse, barış için bir umut belirse, PKK yönetimi barış iklimini bozacak bir iş yapıyor.

Barış PKK’nın yöneticilerine bugün sahip olduklarından fazlasını vermiyor çünkü, siyaset yapma yolu açılsa bile siyaset yapabileceklerini sanmıyorum, “efsanelerini” oluştururken çok da günah işlediler, siyaset sahnesinde bu günahların hesaplarını vermekte çok zorlanırlar, zaten böyle hesaplaşmalara da alışkın değiller.

PKK’yla barış görüşmeleri yapılabilir elbette, PKK yönetimi de bir gün belki barışa razı olur ama çözümü sadece “PKK’yla barışmakta ya da PKK’yı yenmekte” gören hiçbir siyaset başarıya ulaşamazmış gibi geliyor bana.

PKK, vaatleri, hayatı ve siyaseti anlama biçimiyle geçmiş yüzyılda takılıp kalmış bir örgüt, Kürt meselesinde çözümü “sadece” PKK üzerinden arayan herkes geçmişin içinde boğulur ve gelecekle ilgili bir sonuç alamaz.

Çözüm, milyonlarca Kürdü, “tek parti diktatörlüğü” gibi dehşet verici bir vaadi tercih etme zorunda bırakmayacak toplumsal koşulları yaratmakta yatıyor.

Türklerle Kürtler her konuda eşit olacak, Kürtler kendilerini aşağılanmış hissetmeyecek.

“Yeni” Türkiye’de bu mutlaka gerçekleşecek.

Mesele, bu “yeni” döneme mümkün olduğu kadar az kanla ve acıyla geçmek, “eşitliğin” insani bir hak olduğunu ölü çocukların sayısı artmadan anlamak.

Bunu anlayan, zaten bu ülkeyi yeni dönemde yönetecek kadro olacak.