1 Kasım geride kaldı ve bizler alınan oy oranı ve de milletvekili dağılımını konuşuyoruz hala. Yani hala rakamlardayız. Aslında öncesi bir yana 7 Haziran’dan bu yana yaşadıklarımızı düşünürsek daha kapsamlı bir tartışma içinde olmamız gerekiyor. Politik pragmatizm içinde işimize geldiği için 7 Haziran’da olduğu gibi 1 Kasım’da da Tayyip Erdoğan/AKP karşıtlığı üzerinden bir çalışma yürüdü. Bunun anlaşılır yanları olsa da özellikle de 1 Haziran tarihinde açığa çıkan sonuçlardan sonra yaşadıklarımızı düşünürsek; olay salt Recep Tayyip Erdoğan/AKP’nin alınan sonuçları kabul etmemiş olmaması değildir. Elbette hem Tayyip Erdoğan ve hem de AKP için ciddi bir durumu açığa çıkardı. Ancak temsili sistem içinde HDP ile hem Kürtlerin, Alevilerin, Kadınların, Emekçilerin, bir bütün olarak hayata emekten yana, özgürlüklerden yana bakan kesimlerin böylesi ciddi bir ivme yakalamış olması, iktidarın kendi sıcak yatağında-meclis- huzurunun baya bir kaçmasına neden oldu.

Kemalist/Militer sisteme karşı bir asırdır devam eden bir mücadele var, ancak bu mücadele büyük kitlelere dokunmadan, sistemi de fazla zorlamadan ve de dönüştürmeden devam ediyordu. Hatta karşı mücadelenin bu boyutu kendisini her zaman yeniden kurması için ona güç de veriyordu. Tam da Friedrich Nietzsche’nin bir aforizmasında ifadesini bulan; beni öldürmeyen şeyin beni daha da güçlendirmesi gibi. Gezi sürecinin açığa çıkardığı politik atmosferin bir sonucu olarak HDP 1 Haziran tarihinde sistemi kendi içinde ciddi bir kriz ile karşı karşıya getirdi. Artık bu kez geniş topluluklar yaşadıkları hayat işçin, kentleri, kültürleri, inançları, yaşam biçimleri için bir şeyler talep etmeyecekler, bunu bir bütün elde ettikleri yeni bir alan ile birlikte gerçekleştireceklerdi. Belki istedikleri kadar bir gerçekleştirme olmayacaktı, ancak iktidar da yeni hamleleri için hiç de rahat olmayacaktı.

İşte bunun için 1 Haziran’dan sonra devlet içinde özel yapı bir bütün olarak tamamen Recep Tayyip Erdoğan/AKP ile ittifak haline geçti. Hatta bu süreçten itibaren MHP’nin söylemsel karşı çıkışlarına rağmen pratikte içinde olduğu durum AKP ile ittifak biçiminde oldu. Yani 1 Haziran’da açığa çıkan sonuç devlet içinde bütün yapıların bu kez de AKP çevresinde odaklanmasını getirdi. Böyle olunca devletin bütün şiddeti, politikası her alanda HDP ile kendisini ifade yapı, grup ve de bireylere döndü. 1 Kasım sonuçları bu anlamda sandığa gitmeden belliydi. Bu da aslında temsili sistemin en çürümüş yanlarından birine işaret ediyor. Gerçek anlamda toplumsal meselelerin çözümünde umutların o kadar çok bağlanmaması gereken bir sistem olduğunu bir kez daha gördük.

İkinci bağlamda neler söylenebilir; karşımızda ciddi bir muhafazakâr yapı var. Bu devletin onlarca yıldır bütün eğitim, sosyal, şiddet politikaları ile oluşturmak istediği ve de bu konuda az bir yol alamadığını gösteren bir yapı. Çeşitli politikalar ile toplum içinde korku ve de belirsizlik yaratmayı başarabiliyor. Suruç ve devamında Ankara katliamı ile birlikte bizler bile; “Suriye hiç de bize uzak değil” deme durumunda kaldık. Ayrıştırma ve de çatıştırma ile örgütlediği, açığa çıkardığı muhafazakar toplumsal yapı tam da devlet erki için istediği toplumsal yapıyı açığa çıkardı. Bunu bu kez AKP ile birlikte devletin bütün kolluk güçleri, özel harp dairesi, TSK birlikte yaptılar. Yarattıkları korku ve de belirsizlik ortamı ile birlikte bu ülkedeki milliyetçi ve de muhafazakâr kesimleri bir araya getirdiler; “söz konusu devlet ise gerisi teferruattır.”

Melek Göregenli’nin ifade etmiş olduğu gibi; “Neo liberal vahşi kapitalizm koşullarında bir de korku tehdit yaratıldığında faşizmin kitle tabanı oluşuyor. Yoksulluk, eğitim düzeyinin düşük olması ve dindarlık ve hayat gailesinin ağırlığı, içinde yaşanılan durumun sadece korunmasını bile bir amaç haline getiriyor. “ O zaman bizler bir kez daha rakamlardan doğru değil de hayatın içinden doğru süreci okumak zorundayız. Üç gündür yaşanan daha çok beklenmeyen bu sonuç için birilerini gerekçe gösterme şeklinde oldu. Gerekçeler bulmaktan ziyade olanı geniş bir yaklaşım içinde okumak ve buna göre sonuçlar çıkarmak bizler için daha anlamlı olacaktır. Direnmek, yeni direniş alanları oluşturmak için sözü kendimizden doğru değil, yanımızda olmayanları görmemizi engelleyecek biçimde değil, tam tersine onlar ile birlikte kurmak zorundayız. Daha büyük ve de toplumsal direniş için sistemin kurduğu dengenin kırılması gerekiyor. Bu dengenin kırılması için bilindik, alışageldiğimiz söz ve eylem hattı yeterli değildir.

Bu toplumun bütün bireyleri ile bir diyalog hali kurmak zorundayız.