Bir BDP’linin ve bir polisin ölmesi, çok sayıda yaralı ve çok sayıda gözaltı ile bir Newroz daha geride kaldı. Şimdi yaşanan bu son derece gereksiz çatışmanın soğukkanlı değerlendirilmesine acilen ihtiyaç var. Yaşadığımız kötü olayları ondan ders çıkarmadan geride bırakmak kötü bir alışkanlığımız. Unutup gidiyoruz.

Oysa ne zaman tek bir insanın hayatı bu ülkede siyaseten değerli hale gelir ancak o zaman demokrasimizin kalitesinden söz edebiliriz. Değilse hukuk planında istediğiniz kadar güzel yasalar çıkarın bunlar insana verdiğimiz değeri tek başına göstermeye yetmez. İnsanın varlık bütünlüğü, onun canından, bedeninden, ruhundan, özgürlüklerinden, onurundan vs’den ayrı tutulamaz.

Böyle bakmadıkça ne Kürt meselemizi ne Ermeni meselemizi ne Kıbrıs meselemizi çözebiliriz. Eğer Ermeni soykırımı konusunda, bu tanımı doğru bulun veya bulmayın, 1915 kıyımına insani açıdan yaklaşılmış olsaydı ve bu büyük acı, yasak savma kabilinden değil, çok açık ve yoğun bir dille iktidarlar tarafından da dile getirilmiş olsaydı bu tanım bir gerilim konusu olmaktan çıkabilir, milliyetçi tepkiler doğurmadan tartışılabilir, çözüm yoluna konabilirdi.

Aynı durum Kürt meselesi için fazlasıyla geçerli. Bu sorunun hangi siyasetlerle, hangi “stratejiyle” çözülebileceğine verilen önem bu halkın gerçek acılarına verilseydi şimdi çok farklı bir yerde olurduk. Daha da önemlisi acıları iki halkın ortak acıları olarak duymak yerleşik bir duygu refleksi haline getirilebilmiş olsaydı çözüme daha yakın olabilirdik bugün. Herkesin kendi “şehidine” ağlaması akan gözyaşlarının gerçek insani duygulara karşılık geldiği anlamına gelmez. Oysa acılar ortaklaşa paylaşıldığında yakınlaştırır, paylaşılamadığı durumda ise öfke ve nefretin kaynağı olur ki yeni yeni acılı olaylara, şiddete eşlik eder.

Dünkü Taraf’ın 13. sayfasında insani duyarlılıklara seslenen üç haber alt alta tam sayfa yer alıyordu. Birinci haberin başlığı “Pozantı mağduru intihara kalkıştı” idi. Pozantı cezaevinde tecavüze uğrayan F.G. kendini asmaya çalışmış, koğuş arkadaşları tarafından son anda kurtarılmış. Acılı babanın anlattıkları, anlatmak da değil feryadı insanın yalnızca içini parçalamıyor aynı zamanda öfke de yaratıyor. Bir şey yapamama çaresizliği ise kahrediyor. Bizlerin insan olarak yaşayıp, gezip dolaştığımız bu ülkede bir çocuğa, bir gence, bir insana bunlar yapılıyor. Baba cezaevinde oğluyla görüşmesini şöyle anlatıyor: “Oğlumu tanıyamadım neredeyse. Elleri, ağzı, yüzü titriyordu resmen.” Ne oldu oğlum diye sorduğunda “Pozantı’dan sonra üstüme çok geliyorlar baba” demiş ve intihara teşebbüs olayının ardından kaldırıldığı hastanede, onu oraya getiren askerler diğer hastalara “Bu PKK’lidir, istediğinizi yapın” demiş ve hastaların kendisine saldırdıklarını söylemiş, bunun üstüne korkup hastanede kalmayıp cezaevine dönmüş. Baba oğlunun bunları anlatırken hıçkıra hıçkıra ağladığını “Kurtar beni baba, yalvarırım kurtar” diye feryat ettiğini söylüyor, “O ağladı, ben ağladım görüş sonuna kadar” diyor. Çöp toplayarak hayatını kazanan fakir baba devlete, hepimize sesleniyor: “Deliyse deli olarak teslim edin oğlumu bana, biraz daha kalırsa hem o ölecek hem kalp hastası annesi. Gazetelerde okudum, Hrant Dink’i öldüreni çocuk mahkemesinde yargıladılar, benim oğlum taş atmış, çektiklerine bak.”

İkincisi birinci sayfadan da verilen “15 Kadın PKK’lı öldürüldü “ başlıklı haberdi. Bitlis merkezine bağlı Çeltikli köyü kırsalında çıkan çatışmada 15 kadın ve bir köy korucusu hayatını kaybetmiş, üçü de yaralanmış. Daha önce de Şırnak Silopi İlçesi Cudi Dağı’nda çıkan çatışmada üç Özel Harekât polisi ve PKK’liler öldürülmüştü.

Çatışmada öldüler diye bu ölümleri normal karşılamak, acı duymamak olmaz.

Üçüncü haber ise Uludere’de hava saldırısı sonucu öldürülen 34 köylünün “şehit sayıldıkları” haberiydi; Katır sırtında, battaniyelere sarılmış çoğu çocuk 34 insanın yerde yatan cesetlerinin fotoğrafıyla birlikte verilen haberde, olayın üstünden 82 gün geçmiş olmasına rağmen, Özel Yetkili Diyarbakır Başsavcısı’ndan alınan bilgiye göre henüz hiçbir aydınlanma yok. Ölenlerin yakınlarına 123’er bin lira tazminat ödenmesi kararlaştırılmış ama köylüler olay çözülmeden ve sorumlular bulunmadan tazminatı almayacaklarını söylemişler.

İşte, memleketimden üç haber ve üç “insan manzarası”.