İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen “Barışı Kurmak” başlıklı konferans daha ilk gününden hayli ses getirdi. Burada, işadamı İshak Alaton’un, medyanın, “tartışılacak öneriler” şeklinde sunduğu konuşmasının aslan payına sahip olduğu muhakkaktır. İshak Bey‘i az buçuk tanıyanlar için “Ayrılmak isteyip istemedikleri Kürtlere sorulsun” veya “Öcalan’ın ev hapsi fikrine alışmak lazım” gibi çıkışlarda şaşılacak fazla bir şey yok. O her zaman, en yakınındakilerin sert tepkilerini, hatta aforoz edilmeyi göze alarak, varolan statükoya karşı radikal ama büyük kısmı bir süre sonra doğrulanmış öneriler getirmiş, sıradışı bir işadamı oldu. Ben Alaton’un konuşmasındaki şu sözleri de çok önemsedim: “Barış kelimesi gerekli gereksiz kullanılarak hakikatan çok yıprandı. Yıllarca propagandaya kurban edildi ve böylece algı karışıklığı da yarattı. Ne yazık ki bir taraf için her barış çabası, savaşın devamı gibi algılanıyor. İki taraf da barış derken savaşın galibi olduğunu söylüyor. Eğer bir taraf, barış derken diğer taraf onu elleri tetikte tutmak olarak algılıyorsa, mevcut olandan da daha tehlikeli bir duruma işaret ediliyor.” “Barış” kavramının yıpratılması, daha doğrusu içinin boşaltılmasında başrol oyuncusunun Kürt siyasi hareketi olduğunu kabul etmek şart. Örneğin söz konusu hareketin, 1 Eylül Dünya Barış Günü gibi vesilelerle “barış” adına düzenlediği etkinliklerde hakim olan “savaşçı” üslup öteden beri beni çok rahatsız etmiştir. Aynı şekilde PKK’nın değişik zamanlarda aldığı “ateşkes” veya “eylemsizlik” kararlarında 1 Eylül’ü başlangıç ya da bitiş tarihi olarak saptaması da bana yadırgatıcı gelmiştir.

Rakel Dink’in konuşması

Bu açıdan bakıldığında, “Barışı Kurmak” başlıklı konferans, olumlu anlamda şaşırtıcıydı. Dün bir kısmını izleme fırsatı bulduğum konferansın, yürüttükleri savaşı “barış” kavramı üzerinden meşrulaştırmak isteyenler değil de samimi olarak Türkiye’de silahların susmasını, kardeş kanının durmasını arzu edenler tarafından organize edilmiş olduğunu gözledim. Bu türden konferansların başarısında, düzenleyiciler, katılımcılar ve izleyicilerin ayrı ayrı yeri ve önemi olduğu kesin. Bu noktada Rakel Dink’e ve onun yaptığı konuşmaya ayrı bir yer vermek lazım. Öncelikle Rakel Dink’in, konuşmasının bir bölümünü Kürtçe yaptığının altını çizmek lazım. Kürt dinleyicilerin söylediğine göre Kürtçesi hiç de kötü değilmiş! Burada, Rakel Dink’in konuşmasından aldığım bazı notları okuyucularla paylaşmak isterim: “6-7 Eylül, Hayata Dönüş operasyonu gibi olayların arkasında neler olduğu teker teker ortaya çıkarılıyor, artık bunlar inkar edilmiyor ama birileri kalkıp da sorumluluklarını üstlenip özür dilemiyor. Özür diledilerse de ben duymadım. Adalet olmadan barış olmaz. Adaletin, suçluyu cezalandırmak kadar mağdurun hakkını vermek anlamı da vardır.
Hayatta önemli olan ne yaptığınız değil yaptığınıza kendinizden ne kattığınızdır. Sevgi kalıcıdır. Dünya geliş amacımız ona katkıda bulunmak, fark yaratmaktır.
Hrant’ın cenazesinden sonra herkes benden öfke bekliyordu. Öyle davransam o zaman benim onlardan ne farkım olurdu? Ne mutlu barış için çalışanlara!” Yazıyı, konferans afişlerinde de yer alan, Melih Cevdet Anday’ın bir dizesiyle bitirelim: Dünyayı hele sen bir barış olsun da gör.