Başlığa bakıp “Böyle soru olur mu? Hukuk devleti olmadan demokrasi, demokrasi olmadan hukuk devleti olur mu?” diye soranlar tabii ki haklıdır. Ama malum burası Türkiye. Ülke olarak öylesine cepheleşmiş durumdayız ki, son Balyoz Davası kararlarının ardından bu sefer “demokrasi yanlıları” ile “hukuk devleti yanlıları” diye ikiye bölündük.

“Demokrasi yanlıları”, yargılama safhasında dile getirilen itirazların tümüne kulaklarını tıkayarak davanın içeriğinin önemine dikkat çekmeye çalışıyorlar. Onlara göre askeri bir darbe girişiminin sivil bir mahkemede yargılanması ve 300’ün üzerindeki sanığın en üst limitlerden ceza almaları Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından son derece önemlidir. Yargılama safhasında, dile getirilen hukuki usulsüzlük iddialarının asılsız ve olayın özünü tahrife yönelik olduğunu ileri süren bu kişiler zamanla “Usulsüzlükler olabilir ama abartmaya gerek yok” noktasına geldiler fakat bu usulsüzlüklerin o hedefi (darbelerle mücadeleyi) gölgelediğini kabul etmeye yanaşmıyorlar.

Hukuki hatalar zinciri

Evet, Balyoz Davası’nda “Olur böyle şeyler” diye geçiştirilemeyecek hukuki hatalar yapıldı. Doğan Akın “30 soruda her yönüyle Balyoz Davası süreci” başlıklı yazısında (http://t24.com.tr/yazi/30-soruda-her-yonuyle-balyoz-davasi-sureci/5655 ) hukuki hatalarda altı noktanın öne çıktığını söylüyor. Yazıdan özetleyerek aktarıyorum:

1) Önemli ölçüde imzasız World belgelerine dayanan Balyoz Harekât Planı dokümanlarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığı. 2003 syılında hazırlandığı iddia edilen darbe planına, daha sonraki yıllarda kurulmuş bazı şirket , kuruluş ve derneklerin isminin nasıl girdiği sorusu tatmin edici bir yanıt bulamadı. Planın, yazıldığı tarihte piyasaya sürülmemiş Microsoft yazılımlarıyla nasıl düzenlendiği de sorgulanan konular arasında yer aldı.

2) Sanıkların bazı tanıkların dinlenmesi talepleri mahkeme heyetince kabul edilmedi. Örneğin tanık olarak dinlenmesi istenen dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman mahkemeye çağrılmadı.

3) “Balyoz Harekât Planı”nın hazırlandığı tarihte yurtdışı görevlerde bulunduğunu mahkemeye sundukları belgelerle ispat edilen isimler de tutuklanıp mahkzm edildi.

4) Sanıklar lehinde olduğu düşünülen bazı deliller iddianameye yansıtılmayıp uzun süre adli emanete alınarak izole edildi. Bu tasarruf sanıklar heline delillerin toplanmadığı, aksine saklandığı suçlamalarına neden oldu.

5) Emir-komuta zincirinde adı geçen bütün askerler cezalandırıldı.

6) Mahkeme heyeti, “delillerin değerlendirilmesi” aşamasını atlayarak mütalaa ve karar aşamasına geçti.

“Hukuk devleti yanlıları” olarak adlandırabileceğimiz kişiler tamamen hukuki usulsüzlüklere yoğunlaşarak davanın özünü, yani daha yeni seçimle işbaşına gelmiş bir hükümeti devirmeye yönelik bir darbe girişiminin söz konusu olduğunu bilerek veya bilmeyerek unuttular ve unutturmaya çalıştılar. Onların bu tutumun da Türkiye’nin demokratikleşmesine katkısı olmadığı açıktır.

Son dönemde gündeme gelen soruşturmaların çoğu demokrasi açısından hayatidir. Ancak özel yetkili savcılar ve yargıçların, polis ve bazı medya kuruluşlarıyla birlikte bu soruşturmaları evrensel hukuk ilkelerine aykırı yöntemlerle yürütüp sonuçlandırıyor olmaları da hukuk devleti (dolayısıyla demokrasi) açısından son derece tehlikelidir. Örneğin normal olarak birbirleriyle hiçbir ilişkisi bulunmaması gereken Ergenekon-Balyoz, KCK, Şike, Cüppeli Ahmet Hoca gibi davaların soruşturma, kamuoyu oluşturma ve yargılama usülleri bakımından birbirlerinin birer kopyası olması son derece düşündürücüdür.

Dün olduğu gibi bugün de yargının, özellikle siyasi savalarda bağımsız ve tarafsız hareket ettiğine inanmıyorum. Yargı bağımsız ve tarafsız olmayınca, ne kadar çok kişi ne kadar ağır cezalara çarptırılırsa çarptırılsın, bu cezaların caydırıcı olmasını, dolayısıyla bu davaların demokrasiye katkı sağlamasını beklemek gerçekçi olmayacaktır.

Son söz: Bir hedefin kutsallığı ona ulaşmak için yanlış yollara başvurulmasını meşrulaştırmaz.