24 saat içinde iki bambaşka CHP sahnesine tanık olduk. Birincisinin baş oyuncusu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ydu. Yanına kurmaylarını alarak Adnan Menderes’in mezarını ziyaret eden Kılıçdaroğlu, böylelikle “Yeni CHP” iddiasının altını ciddi biçimde doldurmuş oldu.
İkinci sahnenin başrolündeyse CHP Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç vardı. Koç zaten uzun bir süredir meraklısının haberdar olduğu Oslo belgelerini ifşa ettiği basın toplantısıyla bir anlamda “Yeni CHP” iddiasının içini boşaltmış oldu.
Kılıçdaroğlu’nun önceki günkü ziyaretinin anlam ve önemi üzerinde uzun uzun konuşmaya gerek bile yok. Bu adımın CHP’ye oy mu kazandıracağı yoksa kayıp mı ettireceği üzerine bir dizi spekülasyon yapılabilir ama şu aşamada bunların hiçbir değeri yok. Çünkü Kılıçdaroğlu bu hareketiyle gerçekten tarihi bir ezberi bozmuş oldu ve bunun eninde sonunda özel olarak CHP’nin, genel olarak solun hayrına olduğu açıktır.
Ne var ki daha 24 saat geçmeden yardımcısı Koç’un bildik ezberleri tekrarlaması için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Neden mümkün olmadığını izah etmek için, önce onun dünkü basın toplantısının niçin bir ezber olduğu üzerinde durmamız şart. Normal şartlarda sol iddialı partiler iç çatışmalarda güvenlikçi politikaların esas alınmasına karşı çıkar, çözüm için barışçıl yolları sonuna kadar zorlarlar. Nitekim 1980 ortalarındaki sosyal demokrat partiler büyük ölçüde bu çizgiyi benimsemiş, “Kürt” demenin bile yasak olduğu bir dönemde “Kürt sorunu”nu ülke gündemine, Kürt siyasetçileri de Meclis’e taşımışlardı. Fakat 1990 başlarından itibaren sosyal demokrat hareket sağcılaşma sürecine girdi ve özellikle Kürt sorununda eski çizgisine tamamen zıt bir yola savruldu. Haluk Koç’un dün yaptığı da, merkez sol siyasetin 90 başlarında benimsemiş olduğu sağcı/devletçi/statükocu politikaların tekrarından, ezberinden başka bir şey değildir.
AKP ile değil MHP ile yarışıyor
Koç muhtemelen, bir süredir duyurduğu Oslo belgelerini açıklamayı dün yapmakla birkaç kuş birden vurduğunu düşünmüştür. PKK’nın saldırılarını tırmandırdığı bir dönemde, üstelik izinden dönen silahsız askerleri acımasızca katlettiği bir günde hükümeti, belgeli bir şekilde, terör örgütünü muhatap almakla suçlamanın kısa vadede siyasi getirisi olabilir ama orta ve uzun vadede CHP’den daha fazlasını götüreceği muhakkaktır. Çünkü bu çıkış ana muhalefet partisini, Kürt sorununun çözümü için çok daha ilerisinde olması gereken AKP’nin hayli gerisine itip MHP ile yarışır bir pozisyona sokmuştur.
Şöyle ki, Koç’un basın toplantısının kendisi tarafından gözden geçirilmiş tam metnini (soru-cevaplar dahil) okuduğumda çözümün nasıl olabileceği konusunda kaydadeğer bir cümlesini görmedim. Onun “terör örgütüyle görüşebilirsin, tek bir konuda görüşebilirsin: Tek taraflı silah bıraktırma” sözlerinin ne derece gerçekçi olduğunu tartışmaya bile gerek yok. Gerisi hükümeti ve onun görevlendirdiği MİT Müsteşarı Hakan Fidan başta olmak üzere bürokratları milliyetçi kalabalıklara şikayet etmek. Koç’un ve onu destekleyen CHP’lilerin bu tutumlarıyla, ülkemizde yakında dönemde başlayan ve giderek şiddetlenen “yeni tür iktidar savaşları”nda kimlere yakın düştükleri de malum. (Bu enteresan yakınlaşmayı önümüzdeki günlerde daha sık konuşacağa benzeriz.)
Şimdi soru şu: CHP yoluna ileriye doğru mu, yoksa hep arkasına bakarak mı devam edecek? Kürt sorununda çözümsüzlüğe oynamaya devam mı edecek, yoksa çözüm için elinden geleni mi yapacak? Örneğin hükümeti “Neden PKK ve Öcalan’la görüşüyorsun?” diye mi, yoksa “Neden bu görüşmeleri sonuç alıcı bir şekilde geliştirmiyorsun?” diye mi eleştirecek?