Gündemimizdeki konulara bakın: “Barışı Kurmak” konferansında İshak Alaton, Kürtlere ayrılmak isteyip istemediklerini referandumla sormayı öneriyor. Kürtlerin çoğunlukla “Hayır” diyeceğini tahmin ediyor.
Leyla Zana, “Türklere de sormak lazım” diyor.
Konferansta ev hapsine alınması önerilen Abdullah Öcalan İmralı’dan “Ben devletle görüşüyorum. Örgüt savunmada kalsın” mesajı yolluyor.
Kılıçdaroğlu CHP’li gençlere “Herkes anadilini öğrensin” diyor; cemevlerinin ibadethane olarak tanınmasını istiyor.
Balyoz sanıklarının tutukluluğunu eleştiren Genelkurmay, “yargıya müdahale etti” diye kıyasıya eleştiriliyor.
12 Eylül’ü yargılayacak Cumhuriyet Savcısı “Bayrak Harekât Planı”nı inceliyor; Evren’i ifadeye çağırıyor.
TÜSİAD’ın yeni anayasa önerisini hazırlayan heyet, değişmez maddelerinin de değişebileceğini yazıyor.
Kadınlar, “Türbanlılar Meclis’e” kampanyası açıyor.
Aile içi cinsel tacizi işleyen bir film vizyona giriyor.
* * *
Çok da değil; birkaç sene önce, şu saydıklarımdan herhangi birini, bırakın tartışmayı, ağza almak mümkün müydü?
Evet, hukukun zorlanmasıyla, iktidar kuşatmasıyla, mahalle baskısıyla yaratılan bir cendere ortamı var; ama bir yandan da bu baskıyı hiçe sayan, bildiğini okuyan müthiş bir isyan ve açılım havası var.
Cemaat, emniyetteki gücünü kullanarak Ahmet Şık’ın kitabını basılmadan yasaklatıyor, ama toplatılan kitap o hafta internette okunma rekoru kırıyor.
Mustafa Balbay içeri atılıyor; ama dışarıda kitapları elden ele geziyor ve şimdi milletvekili olarak Meclis’e gelmeye hazırlanıyor; tıpkı kelepçelenen KCK yöneticileri gibi...
Dünün dokunulmaz tabuları yerle bir olmuş durumda.
Askerin ayrıcalıklı konumundan “Ermeni soykırımı” tartışmasına, Öcalan’a aftan federasyon fikrine, Kemalizm’den Kürtçe eğitime, Fethullah Hoca’dan cemevlerine, zorunlu askerlikten Diyanet’e, eşcinsellikten enseste, üzerine “dokunan yanar” levhası asılabilecek hiçbir konu kalmadı neredeyse...
Yanma pahasına her şeye dokunmadayız.
“Sıfır tabu” noktasındayız.
* * *
Bu noktaya gelmek hiç de kolay olmadı.
Yıllarca sözümüzü sakındık. Konuşursak bölünürüz sandık. “Vatan elden gider”, “Din elden gider”, “Namus elden gider” diye diye baskı kurduk, yasakladık.
Konuşanı vurduk, tutukladık, yargıladık.
Biliyorum, hâlâ saydığım örneklere bakıp kaygılananlar, konuştukça parçalandığımıza inananlar var.
Oysa konuşmadıkça içten içe bölünüyorduk.
Mecburi suskunluğu huzur, kerhen tahammülü rıza sanıyorduk.
Bugün bölündüğümüze inananlar düşünmeli ki; bu noktaya baskıyla geldik; özgürlükle değil...
Dışarı çıkmasın diye dövüldükçe evden uzaklaşan çocuklar gibiydi toplum; büyüdü şimdi...
İşkence, evde tutmaya yetmiyor artık; güvence istiyor.
* * *
İnsan ilişkilerinde dobraları içten pazarlıklılara tercih edenlerdenseniz, kimsenin sözünü sakınmadığı, gerçek niyetini saklamadığı bir hürriyet ikliminden de rahatsız olmamalısınız.
Her şeyin sınırsız, apaçık tartışılması çok daha sağlıklı...
Birlikte yaşama iradesi, herkesin ortak kararıyla ve böyle özgürce doğarsa anlamlı...
Yeter ki şiddet ve baskı olmasın; bırakın, yıkılmadık tabu kalmasın.