2009 yapımı Avatar filminin konusu Pandora ülkesinde geçiyordu. 3-4 metre uzunluğunda, mavi insansı görünümlü, kabile kültürünü benimsemiş, saldırıya uğramadıkları sürece barışçıl olan Na'vi halkının yaşadığı bir ülkeydi Pandora. Bu film üzerimde çok etki yapmıştı. Hayatım süresince izlediğim en güzel filmlerden biri olmuştu. Beni en çok etkileyen 10 film arasında yer almıştı Avatar.

Beni iki durum çok etkilemişti, birincisi; doğayı bir bütün olarak görüyor olmalarıydı Na,vilerin. Orada gördüğümüz bitkiler, ağaçlar, kuşlar, nehirler, Na’viler her şeyin ortak paydasını oluşturuyorlardı. Na’vilerin 'bu ülkenin yer altı ve de yer üstü bütün kaynakları benimdir' gibi bir mantıkları yoktu. Doğa ile özne-nesne ilişkisi yoktu. İnsanların, insanlığın inatla inanmadıkları, inanmak istemedikleri bir gerçeği anlatıyordu Na’vilerin hayatı.

Etkilendiğim ikinci bir durum ise; bu halkın savaş nedir bilmiyor olmalarıydı. Kendi hayatlarını, doğalarını korumak için kendilerine saldıran insanlığa karşı onları savaşmaya örgütleyen de gene bir insan olan Sully olmuştu. Daha önce düşünsel olarak içimde buluşan bir durum; kimse doğanın efendisi olamaz, insanlar her şeyin sahibi değil, olamazlar, olmamalıdırlar. Bunu Avatar’da izlemiş ve de büyük bir keyif almıştım. Na’vilerin ülkesi de yönetme ve yönetilme denen şeyin insanlığın getirdiği en korkunç şey olduğunu bir kez daha göstermişti. Aslolan yönetme ve yönetilme değil, birlikte, dayanışma içinde hayatı, hayatın içinde olanları paylaşmak ve birlikte, iç içe bir hayat kurmaktı. Amed’ten Roboski anması için 2013 yılı 28 Aralık tarihinde Roboski’ye doğru yol aldığımızda, yol boyu gördüğüm o köyler de bu durumu anımsatmıştı. Şimdi bir kez daha yaşadım bunu.

18 Mart tarihinde bir yolculuğa daha çıktım. Daha önce de çıktığım bir yoldu ama bu kez patikalara çıkmaktı aslolan. Gecenin karanlığında suyun sesini, toprağın kokusunu duyarak yürümek. Kimi zaman adımlarımı nereye indireceğimi de bilmeden, yakalanmamak için sınır bekçilerine. Çok yürüyen biriyim ama önümde yürüyene nefes nefese kalarak ancak yetişebiliyordum. Burada yürümek hiç de kentlerde yürümeye benzemiyormuş. Yoldaş selamına, konukluğuna vardığımda gece yarısı olmuştu artık. Yorgunluğumu alan uykudan sonra günün ilk güneşi ile kendimi dışarı attım, güneşe uyanmak, güneşle uyanmak... Mart’ın 19’u, gözümü akan güneşten sakınarak çıktım dışarı. Sağ tarafımda küçük bir vadi, arkamda dağlar, sağlı sollu uzanan patika yollar. Güneşin sıcaklığına tomurcuklarını bırakan ağaçlar, nefes soluyan toprak, önümde yükselen bir buhar... Bir kez daha kendimi Avatar filminin tam orta yerinde buldum. Ancak bu kez bir film değil, burası HAFTANİN.

Haftanin’in öte tarafı Roboski. Haftanin Ülkesi’nin bir sakini şöyle anlatıyor burayı: "Roboski’nin oralarda TANİN diye bir dağ var Kuzey’de, bura halkı orda yaşıyormuş. Aşiretler arası kavga çıkınca TANİN dağını bırakıp buralara gelmişler, geldikleri bu yeni yerleri de güzelliğinden dolayı HAFT TANİN yani TANİN'den yedi defa daha güzel yer olarak isimlendirmişler."

Haftanin’in öte yakası da, bu yakası da bir şey anlatıyor; biz insanlar bu toprağın bir parçasıyız, ne bu ağaçlar, kuşlar, toprak, yer altı ve yer üstü olarak bizim ihtiyaçlarımıza terk edilmiştir, ne de biz bütün bu doğanın efendisiyiz. Hep beraber, birlikte, bizler ve doğa bir arada yaşarsak hayatın gerçek karşılığını vermiş oluruz.

Hiyerarşiye, şiddete, militarizme, yani devletlere boğulmuş hayatlar içinde Haftanin’e ulaşmak, orada, ağaçların, nehirlerin, toprağın dostluğunda hayata baktığımızda başka bir şey görmemek mümkün değil. Aslolan iktidar, devlet değil, aslolan doğa ile birlikte, doğanın ortaklığında hayattır. Haftanin’de yaşayan insanların bir bildiği olmuş ki hayatlarını başka yaşadılar. Devlet olmadan, devleti çağırmadan başka bir hayat bu coğrafyada her zaman mümkün oldu, bir kez daha hayatlarının doğal yaşamı için devleti değil özgürlüğü çağırıyorlar. Doğaya efendi olmayan, doğa ile bir arada ortak/kolektif bir hayat için. İyi, güzel, tamam tarafları; eksik, yanlış, tamamlanması gereken tarafları ile Pandora ülkesinin Na’vileri yanıbaşımızda...