Nasılsın iyi misin? Uzaktan izliyoruz seni. Epey zor günler geçiriyorsun. Tabi daha zorunu da gördü bu topraklar. 1990’lı yıllar mesela.

Çay içiyor musun? Çay önemlidir. Kaçak çay içme bence, zira çok ağır bir tadı var. Hele bayatladı mı ülser yapar o biçim sert. Bu Çaykur’un Filiz çayı var. Kırmızı paketli olan, bence o müthiş bir şey, bir de denemedim ama Hopa çayı varmış, onu da iyi insanlar üretiyormuş, iyi insanlardan kötü bir ürün çıkmaz herhalde.

Neyse ağır bir hava var. Biraz yumuşatalım istedim.

En az % 50, ki bazı yerlerde % 70 gibi oranda seçildiğin yerlere kayyum atandı. Belediye başkanların, meclis üyelerin tutuklandı. Kimine mazbata bile verilmedi. İl, ilçe yöneticilerin tutuklandı, üyelerin dahi tutuklandı.

İktidar odağı, devleti, hükümeti, medyayı, trolleri üzerine sürdü. Devletin ideolojik tüm aygıtları ile seni köşeye sıkıştırmaya çalıştılar. Uzaktan sana selam verenlere dahi değişik baskılar uygulandı.

Parlamentoda yalnızlaştırıldın. Ana muhalefet partisi bile domine edildi.

İktidar resmen seni hukuksuzluk yolu ile, şiddet yolu ile, ideolojik aygıtlar yolu ile, günlük meseleler alanına çekmeye çalışıyor.

İktidar aklı, seni günlük rutine sıkıştırıp ve daha önemlisi büyük fotoğrafı göremeyecek hale getirip, sokağın bir parçası haline getirerek kriminalize etmeye çalışıyor.

Sen de dün kayyumları boykot etmek namına parlamentoyu üç gün boykot ettiğini açıkladın. Yani meclis çalışmalarına, komisyon çalışmalarına katılmayacağını genel başkanın aracılığı ile kamuoyuna duyurdun.

Bazı yanlışlar yapıyorsun. En son parlamento boykotu gibi yanlış bir karar vermiş olmasan bu yazıyı yazmayacaktım. Fakat gelişen süreçlere politika üretmekte eksik kalıyorsun.

Bu politikasızlığa dair bir çözüm bulmalısın. Bu çözümü siyaset yapan irade daha gerçekçi bulabilir. Kendimce gördüğüm yanlışları sıralayacağım.

1-Kayyumlar süreci; 19 Ağustos tarihinde Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerine kayyum atandı. Akabinde parti kesintisiz eylem planı olduğunu söyledi. Bu şuydu. HDP kadroları eşliğinde her gün farklı bir etkinlik yaparak kayyumu protesto etmekti. Şöyle bir soruyu merak ediyorum. Bu üç belediyede en kalabalık protesto eylemi kaç kişi ile yapıldı? On bin? Yirmi bin? Elli bin?

Bu sorunun önemi şuradan geliyor. Diyarbakır’da HDP 490.571 oy aldı. HDP kendine oy verecek 490.571 insanı (ki bunun içinde 18 yaş altı gençlerin oyu yok) buluyor da, belediyeyi savunacak on bin, yirmi bin, elli bin kişiyi neden bulamadı. Çünkü bu odakla siyaset üretemedi. Mücadele HDP kadrolarının omzuna yüklendi. Oysa daha önce de yazmıştım. HDP, oy verenlerin iradesine seslenmeliydi ve politikasını “Diyarbakır seçmeni oyuna sahip çık” ya da “sen oy verdin, sen korursun” bağlamında bir politika yürütemedi. Parti meseleyi kendi meselesi yaptı, ben hallederim yoluna gitti. Olmadı. Daha önce de ifade etmiştim, eğer oy verenin kendi oyuna sahip çıkma kanalları oluşmazsa yeni kayyumlar gelecekti. Geldi.

2- Evlatları dağa çıkan annelerin HDP önünde oturma eylemi. Bu eylem HDP için Allahın lütfu sayılacak bir eylemdi. Bu eylem aslında bölgede yaşanan düşük yoğunluklu çatışmalara hayır eylemidir. Bu eylem tam bir barış eylemiydi. Nasıl mı?

HDP’nin varlık sebebi barış yolunda çalışmalar yapması ve Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda politika üretmesidir, çözüm konusunda üretilen politikaları desteklemesidir. HDP bu annelerin sesine şöyle karşılık vermeliydi; “Bakın anneler barış istiyor, bu nedenle anneler HDP’yi muhatap alıp kapısında oturuyor. Silahlar sussun, demokratik siyasetin yolu açılsın. Dolmabahçe’de dağıttığınız masayı yeniden kurun.”

Bu perspektifle başta Barış anneleri olmak üzere bölgede ve ülkede ne kadar Kürt sonunun demokratik çözümünü düşünen, isteyen aktör, parti, kurum, sanatçı, aydın, yazar varsa beyaz çiçekler ile HDP kapısı önünde bekleyen anneleri ziyaret etmeliydi ve barış talebini yenilemeliydi. Bu oturma eyleminden bile bir barış hareketi üretilebilirdi. “Beyaz gül barış hareketi” çıkabilirdi mesela. Çatışmaların ne denli insan hayatını, bölge insanı hayatını zora soktuğunu, ancak barışın bölge gençlerinin geleceğini garantiye alabileceğini ifade edecek bir politika üretmek yerine HDP meseleyi kişiselleştirdi. Kendine karşı bir eylem olarak gördü ve bu temelde savunma yapmayı seçti. Misal basında şöyle haberler çıktı; dağda olduğu iddia edilen çocuk evlendi. Bu meseleyi anlamamaktan geliyor. Dağlarda binlerce insan var. Bu çocuklar savaşmasın, siyaset yapsın, bunun yolunu bulalım politik hattı oluşturulamadı. Bakanı bile HDP kapısına getiren bu fırsata politika üretilemedi.

3-Barış Pınarı Harekatı süreci; Seçim barajı nedeniyle Türkiye’de en yüksek oyla seçilen milletvekilleri HDP milletvekilleridir. Niceliği bu denli yüksektir. Nitelik olarak tabi ki hepsini tanımıyoruz. Tanımaktan kastım, basın ve meclis performansıdır. Fakat iyi vekiller var. Mecliste bazen verilen kanun tekliflerine, sözlü ve yazılı soru önergelerine, hatta konuşmalarına bakıyor, medyayı takip ediyor, kim ne diyor izliyoruz tabii ki.

HDP Barış Pınarı Harekatı sürecinde sokak politikası yürüttü. Şöyle ki HDP vekilleri değişik bölgelerde bu harekatın ya da savaşın insani boyutuna dikkat çekmek için yanlarında bulunan az-çok kitle ile basın açıklamaları yolunu seçti. Bir örnek vereceğim bir milletvekili basın açıklaması yapacak, polis izin vermiyor. Polisle dakikalarca on adım geriye gidin buraya sığmıyoruz pazarlığı yaptılar. Muhtemelen devlet aklı bunu izlese “heyt be başardık, HDP vekillerinin odağını on adım ileri geri alanına hapsettik” derdi. Diğer görüntüde üç vekilin, bir polis çemberi içinde açıklama yapması. Bu müthiş bir politikasızlıktı. Nedir bu? Kendi tabanını ajite etmek mi? Tabanın buna ihtiyacı mı var? Dünyaya bakın Türkiye’de hukuk yok mesajı vermek mi? Dünyanın buna ihtiyacımı var?

Oysa HDP hemen mecliste bir kriz masası kurmalıydı. Türkiye Büyük Millet Meclisi merkez olmak üzere tüm vekillerinin yanına bu ülkenin savaş karşıtlarından, Kürt sorununun demokratik çözümüne inanan yazar, akademisyen, başka partili insanlardan heyetler oluşturarak Suriye’ye, Kuzey Irak’a, Rusya’ya, İran’a, Rojava’ya, Birleşmiş Milletler’e ve Amerika’ya gönderip diplomasi yapmalıydı. Bir kısım vekil heyetleri de Partilere ve Türkiye’de söz ve kitle sahibi kurumlara gönderip durumun vahametini anlatmalıydı. Bu heyetlerin ülkede ve dünyada konuşulmadık kurum bırakmamaları gerekti. Olmadı. Tüm enerji ve çaba on adım ileri geriye heba edildi.

Şimdi ise parlamento boykotu.

Parlamento’nun durumu ne olursa olsun en önemli politika alanıdır. Cumhurbaşkanlığı sistemi ve başka uygulamalar burayı ne kadar değersizleştirse de sen buraya vurgu yapmalısın.

Düşüncem budur.

Başkaca şeyler de var. Fakat yeri değil, zamanı değil belki.

Oyunu aldığın, 5.866.309 kişinin politikasını yürüten bir parti olma bilinciyle hareket etmen dileğiyle.