Erguvanları açmış bir şehirde yaşıyorum ve saçma sapan meseleler hakkında yazılar yazıyorum.

Talihim olsa Avustralya’da koyun yetiştirirdim ama biraz talihsizim.

Bu münasebetsiz memlekete düştüm.

Düşmekle kalmadım bir de buranın manasızlıklarını ciddiye almak zorunda olan bir işe merak sardırdım.

Dün memleketimizde “milli egemenlik” bayramı vardı.

Meclis’in açılışının bilmem kaçıncı yılını kutladık.

Bu bayram çocuklara adandığı için bol miktarda da çocuk vardı etrafta.

Zavallı oğlanlarla kızları da alet ediyorlar kendi manasızlıklarına.

Ünlü Fransız karikatüristi Sempe’nin çok güzel bir karikatürünü hatırladım, böyle bir dizi saçı başı dağınık çocuk, bir fabrikaya benzeyen okula sırayla sokuluyor, öbür taraftan saçları taranmış, cici bici giyinmiş, düzenli yaratıklar olarak çıkıyorlar.

Okul, onların çocukluklarını alıp yok ediyor.

Dünkü müsamereler de biraz öyleydi.

Güzel güzel giyinmiş çocuklara “büyükler” makamlarını terk ettiler.

Bence gene de en sempatik görüntü, Başbakan Erdoğan’ın ayakta durarak, Başbakanlık makamına oturmuş bir oğlanla kıza projelerini anlattığı sahneydi.

İşin müsamere kısmını tamamladıktan sonra “büyükler” Meclis’e gittiler.

Ve, gerçek ortaya çıktı.

Sayıştay denetçisi bir hanım başörtüsüyle Meclis’e gelip, bürokratlara ayrılan locaya oturmuştu.

Başörtüsü var diye kadını oradan apar topar çıkardılar.

Çünkü devlet “başı açık olanların” devletiydi, başı örtülü olanlara o devlette yer yoktu.

Yıl 2011, biz hâlâ bir arşın kumaş üzerinden devlet tarifi yapıyoruz.

Memleketin her yanı, başı örtülü kadınlarla dolu ama o kadınlardan hiçbiri Meclis’e milletvekili olarak giremiyor.

O kadınlardan hiçbiri, hademelik dışında devlette iş bulamıyor.

Devlet dairelerinde başörtülü hademeler görebilirsiniz ama başörtülü memur göremezsiniz.

Zaten bu kadarcık bir gözlem bile durumu anlatmaya yetiyor.

Başörtülüden bu devlete ancak hademe olur ama asla ve kata memur olamaz.

Bilmiyorum, belki artık başörtülüleri hademe de yapmıyorlardır.

Ama benim gördüğüm devlet dairelerinde başörtülülerin “ilerleyebileceği” son makam hademelikti, ondan sonrası başı açık olanlara aitti.

Bu ancak bir “müsamere devletinde” olur işte.

Başörtülülerle dolu bir memlekette sanki o memlekette hiç başörtülü yokmuş gibi devleti sadece başı açık olanlarla doldurursun, başörtüyü yasak edersin, “kamu alanına başörtüsü giremez” türünden yavelerle gerçeği yok sayarsın...

Sonra gelir gerçek sana bir çarpar feleğini şaşırırsın.

O “olmayan” başörtüsü bugün Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın eşlerinin başında duruyor çünkü memleketin çoğunluğunu bu insanlar temsil ediyor.

Bizim akılsızlar, “eşlerinin de başı örtülü olamaz” diye madde koymayı unuttuklarından şimdi ne halt edeceklerini bilemiyorlar, generallerin resepsiyonlardan kaçması gibi gülünç varyeteler yaşıyoruz.

Gerçi yasayla yapamadıklarını silahla yapmaya kalktılar, eşinin başı örtülü olan Gül Çankaya’ya çıkmasın diye “367”yi uydurdular, muhtıralar yayınladılar falan ama 22 Temmuz seçimleri ağır bir tokat olarak patladı suratlarında.

Şimdi “Meclis’e başörtülü vekil giremez, devlette başörtülü memur olamaz” zırvalıklarıyla uğraşıyoruz.

O hanım, Sayıştay’a denetçi olacak niteliklere ve yeteneklere sahip ama başını örtünce hakkı olan locaya girip oturamıyor.

O kadını locadan çıkartınca, Sayıştay’ın kapısında başörtüsünü çözmeye zorlayınca onun inancını, imanını, fikrini mi değiştiriyorsun?

Yooo, o hanım neye inanıyorsa gene ona inanıyor, işin gerçeğinde değişen bir şey yok.

Sadece “müsamere” kısmı değişiyor.

Zaten bizim devlet de iyice gerçeklerden kopup, müsamerelere sığınacak hale geldi.

Bu devletle “gerçek” birarada duramıyor, gerçek ortaya çıkınca devlet ortadan kayboluyor, bizim devlet sahici bir devlet değil çünkü, Ankara’da bir avuç bürokratla asker kendilerine göre bir “dekor” yapıp “Bunun adı devlettir, buna devlet demeyeni geberteriz” demişler, olmuş sana bir devlet.

Olmuş ama işte bu kadar olmuş.

Her gün yeni bir zırvalık, her gün yeni bir saçmalık.

Talihim olsa Avustralya’da koyun güderdim, bu müsamereci memleketin müsamereden yazarı olmazdım ama varmış demek ki bir günahım, erguvanlarla dolu bir şehirde böyle yazılar yazıyorum.