Birlik ve beraberlik nutukları kulağa çok hoş gelir. Ne zaman ki bu nutukların içeriğini anladın, o saatten sonra istenmeyen adam oldun.

“Hepimiz bu memleketin öz evlatlarıyız, ayrımız, gayrımız yoktur.” dendiğinde; Aleviler, Ermeniler, Rumlar, Romanlar, Kürtler, Türkler, benimsenen ve benimsenmeyen inançlar bir anda aklından geçmeye başlar.

Alevidir, mezhebi tanınmaz, ibadethanesi -seçim arifeleri hariç- her dönem uygunsuz tanımlamalarla nitelenir. Her yıl bir başka bölgede kapısına ‘çarpı’ işareti konur; hiçbir ortamda göğsünü gere gere ben aleviyim, diyemez.

Çingene de, Roman da…

Önemli bir görevdeki Alevinin veya Romanın kimliği, ya emekli olduktan sonra, ya öldüğünde, ya da ölümünden çok sonra, rivayet…

Kürt’ün Müslüman oluşu iyi de, Kürt oluşu sorun. Kendilerince iyisine laf olmaz da, gerisine dümdüz gidilir gözlerinizin önünde.

Bu baskıların hiçbir yasallığı yok. Tamamen mahalle baskısı… Mahalle baskılarını, çıkarları doğrultusunda kullanan siyasetçiler eksildiğinde, kardeşçe yaşamak mümkün.

Peki, Müslümanlar arası mezhep ayrılığının bitmesi için kimin ya da kimlerin eksilmesi gerekiyor. İmamlar, müftüler, şeyhler, hocalar, akademisyenler, mollalar, dedeler; kim?

Kişilerin özgürce düşünme yetisi elinden alınınca, sürü psikolojisine mahkûm olması; geleneksel kültürü meydana getirdi. Meselenin çok derin olduğu aşikâr.

Alevinin çocuğu alevi olarak mı doğar? Sunninin çocuğu sunni olarak mı doğar? Elleri öpülesi annelerimizin karnında mezhep eğitimi veren bir merkez mi var? Elbette değil. Öyleyse çocuklarımızı neden kendi dar kalıplarımıza mahkûm ederiz. Bizler eskidik. Ama bizden sonra gelen neslin yeni olduğunu, yeniliklere açık olduğunu unutarak; onları kendi eskilerimize ve eksiklerimize sıkıştırmanın kimseye faydası yok ki.

Ayırımcılığı, savaşlara, kavgalara, dinsizlik suçlamalarına kadar vardıran mezhepçilik, bin beş yüz yıldır ortadan kaldırılamadıysa, bizde problemler var. Ama, “problemlerimiz bizi iri ve diri tutuyor” diyorsanız; artık birbirinizin mezhepsel kavgasına saygı duyun. Ve bu sonsuz kavganızda kimseden saygı beklemeyin.

Doğruluğu hala tartışmalı şu mezhep ayrılıklarını, neden geride bırakamayız? Eğer ayrışmanın doğruluğu tartışmasız kabul görmüşse, neyin kavgasıdır yaşanan.

Hiç kimse şu mezhebin öğretilerini inceleyip, kendime göre olanı seçeyim, demiyor. Kişinin seçim yapmasına olanak tanıyan bir ortam yok. Herkes, anneden, babadan kaynaklı bir dogma üzere teslimiyetçi doğuruluyor.

Herkes bu konuları deşecek kadar bilgili olmayabilir, bilgilere ulaşma imkânı da bulamayabilir. Ama herkes mi? Belli ki, hataların nerelerden, kimlerden, nasıl kaynaklandığı pek bilinmek istenmiyor. Ama çok gür bir kaynak olduğu biliniyor.

Peki, kendilerine toz kondurulmayan ve kaynağın başına çöreklenmişler ne iş yapar. Kimi profesör, kimi kendini en bilgili akademisyen belleyen bu alanın bilginleri… Şeyhler, hoca efendiler, mollalar, dedeler, axuntlar, sofular ne iş yaparlar. Mezhepler arasındaki atışmaları, “hak, batıl” suçlamalarını durduramıyorsanız; mezheplerinizi dogma olmaktan çıkaramıyorsanız, yaptığınız ve yapacağınız hiçbir iş kalmamıştır.

Çok bilgili ve zeki bir adam düşünün. Bu adam kimyayla ilgili geçmişte yapılan birçok şeyi biliyor. Ancak kendisinin içinde yer aldığı hiçbir bilimsel çalışma yok. Sadece duyduklarını bildiklerini anlatıyor. Yapacağı başka hiçbir işi olmadığı için, kimyasalları bin bir derde deva diye pazarlıyor. Bu zehirlerin nerelerde ve kimlere karşı, nerede kullanıldığını hiç umursamıyor. Ele güne muhtaç olmadan, hatta elden de günden de daha konforlu bir hayat sürüyor.

Bir kimya profesörünü düşünün, bugüne kadar yapılmış bütün kimyasal iş ve işlemleri biliyor ve birçok bilimsel çalışması, patentli buluşları var. Zaten bilimsel çalışmaları yoksa nasıl profesör olabilir ki. Bilimsel çalışmaları sonuç veren akademisyen… Elde avuçta bir şeyler var. Bu varlıkla insanlara faydalı olmaya çalışır.

- İlaçların insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini deneysel yöntemlerle ispatlamak ve gerekli tedbirleri belirlemek, net ve somut bir çalışmadır.

- Mutfaklarda kullanılmış yağları araçlarda yakıt olarak kullanabilmek, hem temizlik hem de ekonomik katkı sağlar.

Benzer çalışmalar yapıp, bizleri birçok beladan kurtaran bu bilim adamlarını profesör yaparlar, biz de başımıza taç yaparız.

“Ama din, pozitif bilimlerde olduğu gibi çalışılacak bir alan değil ki”, diyeceksin. De hadi... Çalışma yöntemi farklı olacak tabi ki. Söz konusu insanlık olunca, hatta senin dilince konuşayım; söz konusu Müslümanlar olunca, hangi bilge adam, Müslümanlar arası bir soruna çözüm buldu. Ne hallettiler de, onca mevki-makam, tv, gazete, dergi, şeyhlik, akademisyenlik, mollalık, para pul içinde yüzmeler, elde ettiler.

Herhangi biri kalkıp,

- Mezhepler arasındaki ayrılığa çözüm bulamamışsam, akademisyenlik bana haram olsun.

- Bunca müridim varken mezhepler arası ayrılığı kapatamıyorsam, ayrımcılık yapmayı bir araç olarak kullanıyorsam, yediklerim içtiklerim zehir zıkkım olsun.

- Dini sohbetlerimde yanlı davranıp sadece bir gurubun benimsediği din büyüklerinden örnekler vererek, Müslümanları mezhep düzeyinde kutuplaştırıyorsam, Allah belamı versin.

- Her peygamberin bir meslek sahibi olduğunu ve bu mesleklerini icra ederek geçimlerini sağladıklarını; hiçbir zaman inananların sırtından geçinmediklerini açıklamazsam, namerdim.

- İslam dinini televizyonlarda yayınlanan dedikodu dizilerindeki hikâyelerden ibaret olduğu gibi bir intiba uyandıranların; dini, para kazanma aracı olarak kullandığını halka anlatmazsam, dinsiz olayım,

- Dinle alakalı olduğu söylenen birçok şaçma söylemi akıl süzgecinden geçirmeden, halka gerçekmiş gibi aktaranları ayıklamazsam…

diyebiliyor mu?

Öyleyse iyi düşün. Para mı, Müslümanlar arası ayırımcılık sorunlarının çözümü mü? Para zaten bulunmuştu. Geriye kaldı, bizim ayırımcılık sorunlarının çözümü. Bulunamadı.

Cepleri doldurmak için bu kadar çabanı anlarım. Ancak tarlada, atölyede, fabrikada, pazarda… Dürüstçe…

Bilinenleri her saniye, durmadan bin bir koldan anlatmak, bugüne kadar bir çözüm getiremedi. Aynı senaryoları tekrar tekrar farklı figüranlarla çekmenin bir anlamı yok. Ancak, aynı çekimlere ısrarla devam etmenin mutlaka bir getirisi vardır.

Liseyi bitirmiş, dört yıl dershaneye gittikten sonra İlahiyat fakültesini kazandığını söyleyen gence: “yeni bir mezhep mi kuracaksın, yeni bir din mi hedefliyorsun?” diye sormak aklınızdan geçmiyorsa; lütfen, aşağıda sıralanmış mezhep seçeneklerden birini seçin ve fanatik olmanın, farza yakın bir ibadet olduğunu bilerek hareket edin(!).