Ayten Alpman’ın ölümünün ardından en sık atılan başlıklardan biri bu oldu. Zira bu şarkı milliyetçi duyguları aşılamak için kullanılmıştı uzun zaman boyunca. Mireille Mathieu’nün “L'aveugle” şarkısının aranjesi olan bu parça başta 1974 Kıbrıs Operasyonu olmak üzere her kritik süreçte milli marş haline gelmişti.

 

Gazete ve internet sitelerindeki bu başlığı görünce “ne garip tesadüf” diye geçti içimden. Ne de olsa memleketin gerçek anlamda yetim kaldığı olaylardan birinin yıldönümüne yaklaşıyorduk. 3 gün sonra Ermeni Soykırımı’nı Anma Günü…

 

İsteyen inkar etsin, isteyen “yok bu sadece tehcirdi” desin.

Sadece insani açıdan yaklaşmak gerek bu olaya.

Osmanlı / Türkiye Cumhuriyeti kayıtlarına göre bile bu topraklarda yaşayan en az 900 bin Ermeni’nin - büyük çoğunluğunun öldü(rüldü)ğü – etkilendiği tartışılmaz bir gerçek. Tabi bu sayı başka kayıtlarda çok daha yükseliyor…

 

Peki neden 24 Nisan’da anılıyor ölenler?

Çünkü 1915 yılının o gününde İstanbul’da yaşayan Ermeni aydınlar toplanarak önce Haydarpaşa Garı’na ardındansa Anadolu’ya gönderildiler. Ve sonrası malum. İttihat ve Terakki’nin desteklediği çetecilerin elinde acımasızca katledildiler.

 

Bırakalım politikayı bir kenara. Orada ölenlerin hepsi bu ülkenin entelektüeliydi. Kültürüne, sanatına hizmet eden, hatta Osmanlı’nın ilk anayasası Kanun-i Esasi’yi hazırlayanların da aralarında bulunduğu bir kesimdi.

 

Katliamın ilk dalgasından kurtulan olmadı mı derseniz? Oldu elbet. Halide Edip’in sanatına hayran olduğu için araya girerek serbest bıraktırdığı müzisyen Gomidas Vartabed onlardan biri.

 

Ne mi oldu Gomidas’a? Bir daha asla müzikle uğraşmadı. Delirmedi fakat dünya ile bağlarını koparttı. Önce İstanbul’a getirildi ardındansa Fransa’ya gitti. Ama ne çare. Bu nedenle “katliamdan kurtuldu” demek acı geliyor bana. Ne de olsa bir sanatçı için sanatsız yaşamak “hayat” değil ki zaten.

 

Yani 24 Nisan günü müzisyen Gomidas başta olmak üzere yüzlerce sanatçı, aydın, gazeteciyi kaybederek yetim kaldı zaten bu memleket.

 

Asıl sorumluluk bundan sonra başlıyor. 1938 Dersim katliamını sadece tarihçilere bırakmadan siyasi anlamda özür dileyebilen hükümet kim bilir belki bir gün çıkar kürsüye yeniden ve açıkça söyler: 1915’te yaşananlar için özür diliyoruz.

 

Peki özür dilemek yaşananları telafi eder mi? Bulgaristan hükümeti, Türklerden özür dilediğinde bu soruyu sormuştum bir arkadaşıma. Bana “Sofya yönetimi çocukluğumu geri verecekse kabul edeyim” diye yanıt vermişti. Ne toprak talebi vardı, ne de tazminat. Sadece kızgınlık ve kırgınlık vardı içinde. Topraklarından sürülmüş olmanın acısı. Ama eminim içinde hafif bir rahatlama hissetmişti televizyonda o son dakikayı görünce. “En azından yaşadıklarımı artık her ülkenin tarihi yazacak” diye.

 

Ermenice “Hasgatsoğin şad parev” diyelim en iyisi, yani “Anlayabilene çok selam”…