Değerli okurlar, defalarca içim yana yana “cehaletin ferasetine güveniyorum” diyen insanların ferasetine şaşa şaşa, yazılarıma konu oldu bu zihniyet. Bu kişilerin akademisyen olması ise insanı tarifi imkânsız bir beyin sızısıyla baş başa bırakır da baş edebilene helal olsun. Akademisyenliğin bu kadar ayağa düştüğü başka bir yer var mı acep? Okuyunca insana fıkra gibi geliyor olabilir. Yahut çokça abartılmış bir ‘konu’ olduğu sanılabilir. Ama ne korkunç ki bu düzeyde insanlardan ümit bekleyen bilim fakiri bir ülkeyiz.

Bu yazıyı okuyanlar, eminim ki; üç beş kişinin bahsedilen düzeyde olabileceğini; onların da hasbelkader ve ya dayılarının gücüyle akademik kariyer yaptığını, prof. bile olduğunu düşünüyordur. Ne de olsa üçüncü dünya ülkelerinden biridir söz konusu olan. Yine de geri kalmışlığımızı kabullenmiş olacağız ki, üç beş kişinin liyakatsizliğini normal görüyoruz.

10 Aralık 2019 tarihli Karar Gazetesi konuyu manşetine taşımış. Nihayet günlük siyasi kavgalardan ve ekonomideki yolsuzluk haberlerinden, eğitimdeki liyakatsizliğe (eğitimdeki yolsuzluk) sıra geldi, diye seviniyorum.

Seda Çakır’ın haberi manşetten şöyle verilmiş: “Üniversitelerin liyakat karnesi: Koltukta var, Bilimde Yok.” Haberin içeriğinde belirtilen hususlar, neden ilerleyemediğimizin açık ifadesidir. Gereğinin yapılması ya da yapılmaması, ülkeye lokomotif görevi gören üniversitelerin ileriye ya da geriye hareket etmesinin kararıdır.

Bu haberi okumayanlar için detayları özetle verelim. Türkiye’de 206 üniversite var. Bu üniversitelerin başında bulunan rektörlerden 68’inin yayımlanmış uluslararası hiçbir makalesi yok. 71 rektörün yayını var, ama yayınına yapılan atıf (kaynak olarak gösterme) sayısı sıfır. Yayınına sadece 1 ila 5 atıfta bulunulan rektör sayısının 12 olmasının da sıfır atıf alanlar kadar dikkat çekici olduğu belirtilmiş.

Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Engin Karadağ’ın yaptığı araştırmadan yola çıkılarak yapılan bir haberdir bu. Prof. Dr. Karadağ sonuçlarla ilgili şu açıklamalarda bulunmuş: bilimsel makalelere yapılan atıfların kaydedildiği ‘Scopus’ ve ‘Web Of Science’ veri tabanlarının uluslararası makaleleri derlediğini ve bütün sıralama şirketlerinin bunları baz aldığını belirtiyor.

Uluslararası yayını olmayan 68 rektör ile hiç atıfta bulunulmayan makalelere sahip 71 rektör (toplam 139 üniversitenin başında bulunan rektör) için, “Yani Edirne’den dışarı çıktıktan sonra kimse onları tanımıyor” ifadesini kullanmış Prof. Karadağ.

Söz konusu araştırmada sadece rektörlerle ilgili istatistikî bilgi verilmiştir. Öğretim üyesi olan profesörlerle ilgili bilgiler verilmediğini unutmayalım.

13 Eylül 2018 tarihinde yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yapılan değişiklikle rektörlük için daha önce var olan, ‘3 yıl profesörlük yapmış olma şartı’ aranmıyor. Ayrıca Yükseköğretim Kurulu Başkanı rektör görevlendirmesi yapabiliyor bu değişiklikle.

En az üç yıllık deneyime sahip bir profesörün üniversite yönetimine talip olması kadar doğal bir kriter olamazdı. Deneyimsiz ve akademik çalışmaları görmezden gelerek yükselenlerin bizi getireceği noktanın zirvesine ulaşmamıza var daha.

Her zaman dediğim gibi, üniversitelerimizde ‘bilim değil, filim zenginidir.’ Filim demem, akademik çalışmalardan değil; ayak kaydırma, kıskançlık ve dedikodunun dizi filmleri aratmadığıdır.

İlköğretim kurumlarında da aynı uygulama başlayalı yıllar oldu. İdarecilik sadece bir sınava bağlandı. Sınavı geçenlerin alındığı uyduruk bir mülakat ile idareci atanıyor. Deneyim bir kriter değil. Sözleşmeli de olabilirsin, bir yıllık bile olsan olur. Parmağında gümüş yüzük olması, partiden referansın komisyona ulaşmış olması, malum sendikalara kayıtlı olmak çoğunlukla önemli birer kriter mülakat için. Ancak hala atama ve yer değiştirme yönetmeliğine girmemiş, aday kriter maddeleri olarak bekletilmektedirler.

Bu deneyimsizlikle atanan idarecilerin yanlış uygulamaları saymakla bitmez. En önemlisi de çalışmayan personeli motive edemiyorlar. Hatta canla başla çalışan personelin (memurdan öğretmenine profesörüne kadar) motivasyonunu eften püften sebeplerle bozarlar. Sebep, başarısızlıklarını örtebilme telaşı…

Sonrasında, OECD ülkeleri arasında eğitim kalitesini ölçen PISA sonuçlarından bahsetmek, üst düzey yöneticilerin yollarını değiştirmelerine sebep.

Bu acemiler arasında gerçekten başarılı olanlar varsa da devede kulak misali.

Deneyimsiz kişileri atamadaki bu acelecilik niye? Bizim kadrolar bir an önce kurumları ele geçirsin telaşı mı acaba? Bir an önce adamlarımızı atadık, ama bir an bile beklemeden dibi boyladığımız da yine az önce bahsettiğimiz araştırmada bahsedilmiş: Dünya çapında en başarılı 200 üniversite arasında, 2011 yılında 2 üniversitemiz varmış. 2015 yılında bu sayı 5 imiş. Sayı giderek arttığına göre şimdilerde sayının tahminen 10-12 civarında olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Haklısınız. Ama gerçek sayı sıfır…

Velhasılıkelam, üniversiteler söz konusu olunca İlahiyat Fakültelerinin on yıllardır bir mezhep ihdas edememesi haberine şok olmayıp; yeni kurulmuş üniversitelerin teknoloji bölümlerinden uzay mekiği beklentisini böğüre böğüre dillendirenleri kınıyorum.