Şu an acınacak ve sefil bir haldeki Venezuela 1999-2015 yılları arasında petrolden 1 trilyon dolara yakın bir gelir elde etti. Diriliş Ertuğrul dizisinin hiçbir bölümünü kaçırmayan ve NusrEt’te altına bulanmış et tadımları yapan Maduro (bizde olduğu gibi) ilginç bir varlık fonu kurdu, bu varlık fonunu tamamen denetim dışı bıraktı. Zamanla kamu harcamalarının yarısı bu varlık fonundan yapılır oldu. Maduro ülkesini kendi aile şirketi gibi yönetti. Girdiği 25 seçimden 23’ünü kazandı. Demokrasiyi zamanla diktatörlüğe doğru yöneltti. Özellikle halkın alt tabakalarının oyuyla, sosyal yardımlar ve popülist politikalarla hanedanlığını takviye etti. Tüm Latin Amerika’nın en büyük özgürlük savaşçısı ve kahramanı Bolivar’ın mirasına sahip çıkmaktaki ironi bir tarafa, Chavez’i bile fazlasıyla arattı. Fakat zamanla ülke nüfusunun %12’si ülkeyi terk etti. Soygunlar, ciddi sürelerle elektrik ve su kesintileri baş gösterdi. Çin halen her gün Venezuela’dan 500 bin varil petrol satın alıyor. Rusya’dan da ciddi miktarlarda silah satın alınıyor... 2002'de Brezilya'da Lula, 2003'te Arjantin'de Kirchner, 2005'te Şili'de Bachelet ve Bolivya'da Morales, 2006'da Ekvador'da Correa ve Nikaragua'da Ortega, 2008'de Paraguay'da Lugo, 2009'da El Salvador'da Funes ve Uruguay'da Mujica başkan seçildiler ve ülkelerine has sosyalist programlar uygulamaya çalıştılar. Sosyalizm en azından henüz kapitalizme ciddi bir alternatif sistem haline gelemedi...

2019 yılı Şubat ayı TÜFE'si %1.06 olurken, gıda fiyatlarındaki artış %6.43'ü buldu. Enflasyonu konut fiyatlarındaki %3,1 oranındaki düşüş dengelemiş oldu. Gıda fiyatlarının yıllık artışı böylelikle 2003 senesinden bu yana ulaşılan rekor olan %31.98'e ulaştı. Ak Parti hükümetleri döneminde gıda fiyatları %500’ün üzerinde artış gösterdi. Salt sebze grubunun yıllık artışı ise %40,5 olarak gerçekleşti. Çarliston biber sırf Ocak ayı içerisinde %87.87 oranında arttı. Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli "et yemeyin ot yiyin" şeklinde vatandaşa akıl vermişti, oysa artık ot (sebze) fiyatları da vatandaşın cebini yakıp kavurur düzeylere ulaştı. Bu arada, IMF'ye göre Türkiye'de konut fiyatları %7,6 oranında düştü. Diğer yandan, Ak Partinin eski Milli Eğitim ve Savunma Bakanı olan İsmet Yılmaz partisine oy verenlere adeta "endülijans" dağıtmaya yelteniyorken, Erdoğan uyarıyor: "Çarşı pazar da vatandaşımızı sömürmemeli!" Suçlu bulundu ve tehlike geçti... Çehov’un “Perpetium Mobile” (Sürekli Devinim) dediği, Erdoğan’ın biraz umut biraz da korkutmaya dayanan devinimi kendi tabanını hep bir arada tutmayı başarıyor...

World Economic Forum'un (WEF) Küresel Rekabetçilik Raporuna (World Competitivness Report) göre Türkiye "eğitim kalitesi" ölçümlerinde 2008 yılında 91. sıradayken, 2018 raporunda 101. sıraya geriledi. Bizim gibi diplomalı işsizlerle dolu olan ülkede başkası da beklenemezdi... İstanbul Büyükşehir Belediyesinin geçen sene yaklaşık 15 milyar lira kadar olan bütçesinden 850 milyon liranın belirli sivil toplum örgütlerine hibe olarak aktarıldığı ortaya çıktı. Tesadüfen bu STK’ların yönetimlerinde sadece Sayın Erdoğan’ın kızı, oğlu, damadı, şu anki ve bir önceki belediye başkanı bulunuyor. Bu çevre içinde kalmayan vakıf ve derneklere ise herhangi bir destek veya yardım söz konusu olmamış.

Osmanlı’nın son zamanlarında "Yahudi ve masonların kontrolündeki İttihatçılar cihan devletimizi batırdı" şeklindeki algı operasyonlarını yapanların başında İngiliz istihbaratı geliyordu. Bu durumu Bernard Lewis de teyit ediyor. O devirlerde Batılı güçler "post truth" yaratıp bizim gibi ülkeleri parmaklarında oynatıyorlardı, bugün de pek bir şey değişmedi. İslam dünyası kendi içindeki ihtilaf ve karışıklıkları halledip ilerleme yoluna bir türlü giremedi. "Kayırmacılık" biz ve bize benzer toplumların en ciddi hastalıklarından biridir. "Liyakata" dayanan bir politika geliştiremeyiz, belki bu milli genetik mirasımıza aykırıdır.

Dünyaca ünlü ekonomistimiz Daron Acemoğlu'nun "Why Nations Fail" (Ulusların Düşüşü) adlı kitabında, bu konu üzerinde çokça durulur. Esere göre, toplumun üretken olabilmesi ve refaha ulaşabilmesi için işleyişini devletin, yani siyaset kurumunun sağlaması gereken bir hukuki düzene ve bağımsız kurumlara ihtiyaç vardır. Siyasetin üzerine düşen görev ise, rasyonel gerekçelerle oluşturulan kuralların keyfi sebeplerle dışına çıkılmamasını ve bu kuralların her durumda ve herkes için geçerliliğinin temininden ibarettir. Söz gelimi bir ülkede belirli alanlarda faaliyet yapma imkânı belirli bir azınlığın elindeyse, yasa ve kurallar herkes için geçerli değilse, imtiyazlı kişilerin varlığı veya ayrımcılık söz konusu ise, burada siyasi yapı kapsayıcı değil, dışlayıcı nitelik taşıyor demektir. Böyle bir ülkede ekonomik gelişmenin sürdürülebilir olmasını sağlamak mümkün olmaz. Çünkü bu durumda en azından toplumsal kaynaklarınızın bütününü ekonomik gelişmeye ortak etmemiş olursunuz...

"Her insan kendi görüş sahasının sınırlarını, dünyanın sınırları olarak kabul eder" der Schopenhauer. İstenen buysa, kendi kendimizi kandırarak ve kendi yalanlarımıza inanarak da pekâlâ mutlu olmayı deneyebiliriz... Bir Arap atasözünün dediği gibi; “İnsanın hafızası mutsuzluklarıyla aynı yaştadır”.