Balyoz davasında generallerin tutuklanmaları, Oda TV’de yapılan aramaların ardından gözaltına almalar siyasi tansiyonu yükseltti. Bir gözümüz hâlâ Mısır’da olsa da öbür gözümüzle içeriye, kendimize, kendi gündemimize döndük böylece.

12 Eylül dikta rejimini temizleyememişiz, daha onun cenderesinden kurtulmadan 28 Şubat post-modern darbesiyle karşılaşmışız; aynı süre içinde, artık toprak altından kanıtları çıkan faili meçhul cinayetler patlamış; yetmemiş 27 Nisan e-muhtırası gelmiş. Daha bunları çözememişken, Ergenekon Terör Örgütü çıkmış karşımıza. Sayısız belge ortalara dökülmüş, davalar açılmış, darbeye teşebbüs suçlamasıyla dalga dalga tutuklamalar olmuş, Balyoz tutuklamaları ve davası gelmiş.

Kökü ta 12 Eylül’e giden bu geniş ve derin yapılanmayı çözmenin ve sorumlularını ortaya çıkarmanın hiç de kolay bir şey olmadığı aşikâr. Bu nedenle davaların kısa sürede sonuçlanmaması, kurunun yanında yaşın yanması bir dereceye kadar anlaşılabilir bir durum. Çok sancılı oluyor. Fakat tutukluluk hallerinin uzaması ve artık cezaya dönüşmesinin giderek toplumun adalet duygularını zorlamakta olduğu da görülmeli. Bu durum davalara gölge düşürmek için sürdürülen “intikam için yapılıyor” propagandasını da güçlendirmekte ve gerilimi yükseltmekte.

Sancılı da olsa, herşeye rağmen ordunun adım adım normalleşme moduna girdiğini de görüyoruz. Fakat “kâğıttan kaplan” türü kışkırtmalar askerin üstünde moral bozucu etkiler yaratarak sivil-asker ilişkisinin normalleşmesine çomak soktuğu gibi gerilimi de kışkırtıyor.

Seçimlerin hemen öncesi başlayan bu gerilim tırmanması, seçim atmosferini daha da gergin kılacak. Askerî vesayet rejimini temizlemenin güçlüğünü görüyoruz. Bir yere kadar kutuplaşma kaçınılmazdır. Fakat gerilimin tırmanması ya da tırmandırılmasının sivil demokrasiye dönüşü ve bu bağlamda sivil ve demokratik bir anayasa yapma çabalarını zora sokacağını da artık düşünmeliyiz.

Sözünü etseler de iktidarın ve muhalefetin “sivil ve demokratik” demeye, “yeni” demeye lâyık bir anayasa için kolları sıvamaya pek de hevesli olmadıklarını sanıyorum. Siyasi ortamın aşırı ısınması seçim öncesinde anayasa konusunda iktidarın ve siyasi partilerin yan çizmesine, yarım ağız konuşmalarına fırsat verici olacak, kamuoyunun dikkati önemli konulardan bu ağız dalaşına çekilecek.

Oysa kurucu meclis yoluyla yeni anayasa yapma yolu mümkün görünmüyor, bu durumda seçimlerden sonra oluşacak yeni TBMM’nin anayasa yapma iradesiyle teçhiz edilmesi gerek. Siyasi partiler halktan anayasa değişikliği için de açıkça yetki istemeliler. Bunun için seçimlerde anayasa meselesinin öne çıkması zorunlu.

Normalin sınırlarını aşmış bu kutuplaşmayı normale çekecek yollar üstüne düşünmek bu nedenle gerekli. İki yol düşünülebilir: Birincisi hükümeti gelişmeler konusunda kamuoyunu bilgilendirmeye çağırmak. Gerilimin nedeni olan konuların yargıda oluşu, iktidarın “yargıya intikal eden konuda konuşulmaz” gerekçesine sığınmasını sağlıyor. Bir yere kadar haklı da fakat aslında herkes bu davaları, tutuklamaları konuşuyor, yargıda diye kimse susup oturmuyor.

Yargılama konusu olsa bile halk ne olup bittiğini öğrenmek hakkına sahiptir. Bir TV aranıyor, bir gazeteci gözaltına alınıyor, bu olayların yargıyı ilgilendirdiği yanlar dışında siyasi boyutu olduğu kuşkusuz. Herkesten daha fazla enformasyona sahip olduğuna göre hükümet halkı aydınlatmakla yükümlüdür, bizler gibi olayı dışarıdan seyreden değildir.

Adalet duyguları zaten zedelenmiş olan bir toplumuz, eğer insanlar somut bilgiler yerine yorumlardan fikir sahibi olurlarsa bu durum toplumun düşünce sağlığını bozar, spekülasyonlara inanmaya iter ve böylece lehte veya aleyhte iki yönde de kolay maniple edilirler.

Geçenlerde Bülent Arınç bir konuşmasında geçmişte çok kritik günlerden geçtiklerini ama bunları panik olmasın diye halka açıklamadıklarını söylemişti. Olayların sıcaklığı içinde ânında açıklama yapılmayabilir ama bu sözlerin edildiği yerde artık demek ki açıklanabilir olan bazı önemli şeyler var. Halk, kamuoyu eğer bazı badirelerden geçilmişse bunları bilmeli, tahminlerimiz olabilir ama yetmez.

Yargıya konu olan olayların genel ve siyasi çerçevesini aydınlatmak için hükümetin somut bilgiler vermesi hem sorumluluğudur hem de kışkırtmaların siyasi tansiyonu yükseltmesinin önünü almada işe yarar.

Tansiyonu düşürecek ikinci imkân bu tehlikenin farkında olan demokratik basındır. 12 Eylül halkoylaması sürecinde iyice tırmanan kutuplaşma hız kesmiş değil. Kanımca yüzde 58 yüzde 42 arasında derin farklılıklara rağmen az çok bir anlayış zemini, normalleşme olması gerek. Böyle bir yakınlaşma olmadan yeni anayasa yapmak neredeyse imkânsız gibi.

Kalemlerimizi kutuplaşmayı makul sınırlara çekmek için kullanmayı daha çok düşünmeliyiz derim.